“Sarıkamış kar altında/  Mehmet’im karlar altında”  “İlk sırada diz çökmüş 9 kahraman. Mavzerleriyle nişan almışlar, tetiğe asılmak üzereler ama asılamamışlar… İkinci sırada cephane taşıyanlar var, sandıkları bir avuçlamışlar ki, kainattan hırslarını almak istiyor gibiler. Öylesine kaskatı kesilmişler… Ve sağ başta Binbaşı Nihat. Dimdik ayakta, başı açık, saçları beyaza boyanmış, gözleri karşıda… Allahuekber dağlarındaki son Türk müfrezesini teslim alamadım. Bizden çok evvel, Allah’larına teslim olmuşlardı.” (Rus Kafkas Ordusu Kurmay Başkan Vekili Dük Aleksandroviç Pietroviç)

                Tarih doğru yazılmaz ve yetişmekte olan nesillere doğru bilgiler verilmezse, yaşanan felaketler sürekli tekrar eder. 23 Ocak 1913 tarihinde Enver Bey ve Talat Bey’in başını çektiği bir grup, hükümet binasını basarak dönemin Milli Savunma Bakanı Nazım Paşa’yı öldürür. Tarihte Bab-ı Ali Baskını olarak geçen darbeyle, meşru hükümet yıkılarak İttihat ve Terakki Partisi iş başına gelir. Şimdi yüz senedir kahraman olarak anlatılan bu eşkıyaların yol açtığı felaketler bu milletin çocuklarına doğru olarak anlatılmazsa, tarih doğal olarak tekerrür eder. Hesabı sorulmayan suçlar, suçlulara her zaman cesaret vermiştir. Divan-ı Harpte yargılanırken, Makedonya’da dağa çıkıp devletine silah çeken binbaşı Enver Bey, ‘Hürriyet Kahramanı’ ilan edilirse, felaketlerin peş peşe gelmesinden daha tabii ne olabilir. Mehmet Akif: “Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk/ Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk!” diye feryat ederken, maalesef feryadını tarihçilere duyuramamıştır. İdeolojik saplantılarla körelmiş insan aklının illüzyonu, gözün yanılsamasından daha fazla olmaktadır. Halbuki akıl, gözden daha güçlü bir anlama kuvvetidir.

        İşlediği bütün cürümler yanına kar kalan Enver Paşa, artık kendisini Napolyon zannetmeye başlamıştır. Berlin İstanbul seferi düzenleyen trenlerin önünde Enverland(Enver’in ülkesi) yazar. Kendisine bu kadar itibar eden Almanları gücendirecek değil ya. Koca ülkeyi hiç kimseye haber verme gereği bile duymadan gizlice savaşa sokar. İlginç olan ise ülkeyi ve milleti mahveden ahmaklar yüz senedir kahraman olarak anlatılırken, savaşta hiçbir dahli ve suçu bulunmayan, savaştan sonra kendisini feda ederek fahri yaveri Mustafa Kemal Paşayı vatanı kurtarmak üzere görevlendiren Oğuz Han evladı Vahdettin Han, bu milletin çocuklarına bir asır vatan haini olarak anlatılır.

        Birinci dünya savaşında ilk açılan cephe, Kafkas Cephesi’dir. Ne kadar ambalajlansa da gerçek maksat, diğer cephelerde olduğu gibi, Almanların yükünü hafifletmektir. Rakım 2500 -3000. Sıcaklık eksi 30 derece. Asker yazlık kıyafetle ve aç. Bu mevsimde ayağında çarığı bile olmayan Mehmetçik’i Sarıkamış dağlarına sürmek, düpedüz cinayettir. Fakat paşamız tohumlarına para vermedi ya. Cepheye giden Enver Paşa, ileri harekâta derhal girişilmesi fikrine karşı çıkan, bu mevsimde bu dağlarda harekat yapılmaz, diyerek, harekat için baharı beklemeyi tavsiye eden Hasan İzzet Paşa’nın yerine görevi Makedonya’da birlikte dağa çıktığı Hafız Hakkı Paşa’ya verir. Hatta harbiyeden hocası olan Hasan İzzet Paşa’ya: “Hocam olmasaydınız, sizi idam ettirirdim.” diyerek gerçek karakterini de ortaya koyar.

        Maiyetindeki kumandanların itirazlarına rağmen ileri harekâtı ağır kış şartları altında sürdüren Enver Paşa, Sarıkamış Harekâtı olarak anılan bu harekâtta 130 bin kişilik ordu mevcudunun çok büyük bir bölümünün Allahuekber dağlarında donarak şehit olması üzerine 10 Ocak 1915’te cepheyi terk ederek(kaçarak) İstanbul’a döner. Muzaffer bir kumandan edasıyla İstanbul’a dönen kahramanımız(!), basına verdiği demeçte Rusların gözünü nasıl korkuttuğunu anlatacaktır.

        Bu milletin artık gerçek tarihle yüzleşme vakti geldi de geçiyor bile. Sarıkamış savaşlarında 90 bin şehit verdiğimiz genel kabul olmakla birlikte, gerçekte verdiğimiz kayıplar konusunda maalesef sağlıklı hiçbir bilgi yoktur. Şehitlerimizi terk ederek cepheden firar eden Enver Paşa, Sarıkamış’ bir daha hatırlamayacaktır. “Bitti paşam; ordumuzun tamamı mahvoldu." sözüne karşılık, “Zaten ölmeyecekler miydi?” diye cevap veren bir insandan başka ne beklenir ki. Şehit naaşları, karların erimeye başlaması üzerine Rus yetkililerinin nezareti altında Müslüman köylülerden oluşturulan işçi grupları vasıtasıyla toplanıp, imamlar gözetiminde icra edilen dinî merasimin ardından toplu mezarlara defnedilir.(İslam Ansiklopedisi) Halbuki, 1960 senesinde Sarıkamış'ta askerlik yapan rahmetli babam, Sarıkamış ormanlarının sayısız insan iskeletleriyle dolu olduğunu anlatmıştı. Anlaşılan yerleşim yerlerine yakın yerlerde naaşlar defnedilirken, dağlarda ve ormanlardaki mübarek şehit yavruları kuşa kurda yem edilmiştir. Maalesef aynı durum başta Çanakkale olmak üzere, bütün cephelerde yaşanmıştır. Şehitlerini ve esirlerini yaban ellerde unutmaktan daha utanç verici bir durum ne olabilir ki? Gerçi, insanın dirisine değer vermeyenlerin, şehidine değer vermesi zaten beklenemez.

        Sarıkamış’ta Mehmetçik’i kar değil, ‘gaflet, dalalet ve hatta hıyanet’ dondurdu. Ve bu vebal, Enver Paşa’ya aittir. Tecrübeli ordu komutanlarına itibar etmeyerek, tarihte eşi görülmemiş bir faciaya yol atmıştır. Bir diğer facia ise, bu facianın yüz yıldır bu milletin çocuklarına anlatılmamasıdır.