"Türk eriyiz, silsilemiz kahraman
Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman
Putları Allah tanıyanlar aman,
Mescidimiz boynuna çan takmasın
Amin desin hep birden yiğitler,
Allahu ekber gökten şehitler!
Amin!  Amin! Allahu ekber!"
         Bir oldu bittiyle girdiğimiz 1. Dünya savaşı sonunda, milyonlarca kilometrekare vatan toprağımız elimizden kayıp gitmiş, bin yıldır kanımızla suladığımız son vatan parçası da vahşi sırtlanlar tarafından dört bir yandan kuşatılmıştı. Adeta bir yangın yerine dönen mübarek Anadolu’da Türk milleti, Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde kadını erkeği ile görülmemiş bir destan yazdı. Bu şartlarda kalemiyle ve kelamıyla mücadele eden Mehmet Akif, Nisan 1920’de Kuva-yı Milliye’ye katılmak üzere Ankara’ya geldi. Taceddin Dergahı’na yerleşerek çalışmalara başladı. Haziran 1920’de ise en yüksek oyu alarak Burdur mebusu seçildi. Çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı yazılarla ve camilerde verdiği vaazlarla halkı Milli Mücadele’ye katılmaya çağırdı. Düşmanla savaşan orduya destek vermek için, komutanlarla birlikte cepheleri dolaşarak Mehmetçik’e moral verdi.
        Çanakkale’nin destanını o yazdı. Ordunun Duasını o yazdı. Esaret günlerinin en acı feryadını bülbülün dilinden o yazdı. Şiirleriyle, vaazlarıyla İstiklal meşalesini gönüllerde o tutuşturdu. Canı, cananı ve bütün varını Cennet Vatanına feda eden şairimizi şimdi çok daha büyük bir görev bekliyordu.
          Kurtuluş Savaşı yıllarında ordudan, bir istiklal marşı yazılması talebi üzerine, Maarif Vekaleti bir yarışma açar. Yarışmaya 724 şiir katılır, ancak hiçbiri Milli Marş olmak için yeterli değildir. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, para ödülünden dolayı yarışmaya katılmayan Mehmet Akif'e bir mektup yazarak, yarışmaya katılmasını rica eder. Bütün mesuliyeti yüreğinde hisseden Akif, böylece yarışmaya katılır. Meclisin 12 Mart 1921'de yaptığı toplantıda, müzakereler sonucunda İstiklal Marşı olarak kabul edilen Mehmet Akif'in şiiri, Meclis kürsüsünden okunur. Şiir, büyük bir coşkuyla, ayakta alkışlanır.
            İman dolu bir yürekten fışkıran İstiklal Marşımız, ezelden beri hür yaşamış olan kahraman milletimizin hürriyet aşkını, iman ve cesaretini ve şanlı hilalin ebediyen yurdumuzun üstünde dalgalanacağını, en güzel ve coşkulu bir şekilde, ifade etmektedir.
            1925 senesinde, canından çok sevdiği vatanına veda ederek Mısır’a giden Mehmet Akif, 1936 yılında ağır hasta olarak yurda döndü. Çanakkale’den geçerken İstanbul’un camilerini görünce gözyaşlarını tutamadı. 27 Aralık 1936 senesinde İstanbul’da, Mısır Apartmanı’nda vefat etti. Cenaze namazı ertesi gün Beyazıt Camii’nde kılınarak, Türk Bayrağına ve Kabe örtüsüne sarılı tabutu Edirnekapı Mezarlığına kadar, “Asım’ın Nesli” dediği, gençlerin omuzlarında taşındı.
            Vefatına yakın bir dost meclisinde söz İstiklal Marşı’na gelince, Akif: “İstiklal Marşı bir daha yazılamaz. Kimse bir daha istiklal marşı yazamaz. Ben de yazamam. Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” dedi ve sustu.
“Allah bu millete, bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.”
İdris İspiroğlu