“Ekmek su aş bulmak gecikebilir.
Temele taş bulmak gecikebilir.
Devlete baş bulmak gecikebilir.
Adalet gecikmez tez verilmeli”
    Muhakkak ki Allahu Teâlâ, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar… (Nahl 90) Şüphesiz ki Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor…(Nisa 58) ayeti kerimeleri dünyanın nizamının adaletle olduğunu bildirir. Adalet, devletin ve insan olmanın temelidir. Peki adalet nedir? Adalet, kimseye haksızlık etmemek, herkesin hakkını vermek demektir. Adaletin zıddı ise zulümdür. Velev ki zerre-i miskal kadar olsun. Haksızlıkla, zulümle abat olanın ahiri berbat olur. Haksızlık yaparak kendine, çoluk çocuğuna menfaat temin eden uyanıklar(!), yedikleri şeyin aslında ateş olduğunu er ya da geç anlayacaklardır.
      Milli Eğitim Bakanımız Sayın Yusuf Tekin’in öğretmen atamalarında mülakat yapılacağına dair beyanını duyan İslami İlimler Fakültesi son sınıf öğrencisi olan kızım ağlayarak yanıma geldi. Baba cumhurbaşkanı mülakatın kaldırılacağını söylemişti, ama bakan mülakat olacak diyor. O zaman ben boşuna çalışıyorum. Yine hiç çalışmayıp torpil yapanlar alınacak, bizim atanmamız hayal oldu.” dedi. On yaşımdan beri mülakatlardan elenen bir baba olarak kızıma bakanın adil bir mülakat getireceğini, kendisinin çalışmaya devam etmesi ve Allah’a güvenmesi gerektiğini anlatmaya çalıştım, ama nafile. Gözümüzün nuru olan evlatlarımızı bu derece ümitsizliğe sevk eden ve hayatlarını karartan ve halkın devlete olan güvenini yok eden bu çeşit uygulamalardan artık vazgeçilmelidir. Zira objektif bir mülakat olamayacağı gibi, soruların bile sızdırıldığı bu ülkede, mülakatın kötüye kullanılması da kaçınılmazdır.
      En büyük işverenin devletin olduğu bir ülkede, bütün kamu kurum ve kuruluşlarını kapsayan adil bir personel kanunu maalesef politikacıların işine gelmiyor. Politikanın halk arasında, kamu kaynaklarından daha çok faydalanma mücadelesi, menfaat kavgası, olarak algılanması ne kadar üzücüdür. Anlayacağınız kavga, sen yeme, ben yiyim kavgasından başka bir şey değil. Yıllar önce bir siyasetçi arkadaşa, neden kamu personel istihdamını adil ve kalıcı bir yasaya bağlamayı kimse düşünmüyor, diye sorduğumda; o zaman kimse siyasetle uğraşmaz, diye cevap vermişti.
        Gençliğimde haksızlık ve hukuksuzlukları yalnız dini duyguları zayıf insanların yaptıklarını, İslamcıların ise her birinin Hazreti Ömer’e benzediğini zannederdim. Böyle olmadığını, her gün bize vaaz veren hocaların da işlerini yürütme çabalarını görünce çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Bu durumu uzun zaman da anlayamadığım gibi, doğrusu hiçbir vakit içime de sindiremedim. Zira adaletiyle sayısız gönülleri fetheden ve mübarek dinimizi doğudan batıya bütün dünyaya hakim kılan ecdadı okuyarak büyümüştüm. Zamanla maalesef ki dinin yalnızca lafta kaldığını, basit çıkarlar için kullanıldığını görünce daha büyük hayal kırıklıkları yaşadım. Müslümanlar o hale geldi ki, dinsizlerden ahlak dersi dinler oldular. Son zamanlarda adaletle ilgili ayetleri en çok dinle ilgisi olmayan kişilerin yazması, paylaşması dini bütün insanları utandırmakta, temiz Müslümanların yüreklerini yaralamaktadır.
Allahu Teala dünya nizamını adalet, iyilik ve yardımlaşma üzerine tesis etti. Zulüm, haksızlık, hukuksuzluk ve fuhşun da dünyanın felaketi olacağını bildirmektedir. Bu nedenle seksen beş milyonu adaletle kucaklayan yeni bir anayasanın yapılması; belediyeler ve üniversiteler de dahil tüm kamu kurum ve kuruluşlarında bir an önce adil ve kalıcı bir personel mevzuatı hazırlanması zorunludur. Mülakatla elenen gençlerin ahı, kimsesi olmadığı için kamu istihdamından ve hizmetlerinden adil olarak yararlanamayanların hakkı yerde kalmaz. Bu durum toplumsal barış ve huzuru yok etmekte, top yekun milletin geleceğini tehlikeye atmaktadır.
İdris İSPİROĞLU