İlim rütbesi, rütbelerin en yücesidir. İlim her şeyin başıdır, temelidir. Kur’an-ı Kerim’de Zümer suresi 9. Ayetinde mealen “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu” buyrulmaktadır. İlk İslami eserlerimizden biri olan Atabetü’l Hakayık’ta Edip Ahmet Yükneki, cahillerin yaşayan ölüler, alimlerin ise öldükten sonra bile diri olduklarını ifade eder. Ancak kadim eserlerimizde alim, yalnızca bilgi sahibi olana değil,  ilmiyle amil, irfan sahibi insanlara denilirdi. Şimdilerde maalesef ne âlim, ne de âmil kaldı. İrfan ehli nerede”
       İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli fark, ilim ve ahlaktır. Ahlak, ilmin insan hayatına tatbikidir. Bu ikisinden mahrum olan insanlar, tarih boyunca medeni olamamış, vahşi, ilkel ve sefil bir hayat sürmüşlerdir. Nitekim İslam alimleri buyurur ki, “İnsanlar helak oldu, âlimler kurtuldu. Âlimler de helâk oldu, âmiller kurtuldu. Âmiller de helâk oldu, muhlisler kurtuldu.” İlmini hayatına tatbik eden ve bunu bir menfaat için değil, Allah rızası için yapan gönül ve irfan ehli kurtuldu. Cahiller, öğrendiklerini yaşantısına uygulamayanlar, menfaat ve gösteriş için yapanlar ise iki cihanda da mahvoldu.
         Hacı Bektaş Veli hazretleri Makalat’ında “Şeriat makamlarının birinci makamı iman, ikinci makamı ilimdir.” der. İmanı koruyan muhafızların başında ilim gelir. Ona göre, ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Bir kimsede ilim olmaz ise, Hak’tan yana yol bulamaz. İlmin yeri ise göğüstür. Göğüs ise, gönlün bulunduğu yerdir, yani kalptir. Buna göre ilim, bir ezber değil, insanın içini ve yolunu aydınlatan bir ışıktır. Hazreti Ali efendimiz ise ilmin nakili çoktur, lakin amili azdır buyurur.  Evet ilim her şeyin başıdır, ilim olmadan hiçbir şey olmaz, lakin maksat ezberlemek değil, yapmak, yaşamaktır. Asıl maksat Hakk’ı tanımak ve her iki dünya hayatını güzelleştirmek ve insana iki cihan saadetini temin etmektir. Ancak uygulamadıkça, tatbik etmedikçe, yaşamadıkça ilim gereksiz bir yüke, sahibi de hamala dönüşür. Hatta yalnızca yapmak da yetmez. Samimi bir şekilde yaşanmayan ilim, Fuzulinin tabiriyle ‘kil ü kal ’den, dedikodudan öteye gidemez. Niçin yaptığımız her şeyden daha önemlidir. Bir menfaat elde etmek, övünmek, gösteriş yapmak, başkalarına üstünlük taslamak için ilim öğrenmek de insanlığa sığmaz; kimseye de mutluluk getirmez.
         İlim, kuru bir bilgi değildir; yaşanmak ve hayatı güzelleştirmek için öğrenilir. Önce öğrenip samimi bir şekilde yaşamalı, sonra da yetişmekte olan çocuklarımıza ve gençlerimize öğretmeliyiz. Öyle yaşamalıyız ki, özümüz ve sözümüz bir olmalı. Halimiz, davranışlarımız, sözlerimizi yalanlamamalı. Yapmadığımızı anlatmamalı, anlattıklarımızı da önce kendimiz uygulamalıyız. Aksi taktirde inandırıcı olamayız. Seyyid Ahmet Mekki hazretleri Kelam mütekelliminin sıfatı olmayınca, samiine tesir etmez buyurmuştur. Söz söyleyenin özelliği haline gelmezse, dinleyene tesir etmez. Ne konuştuğunuz değil, yaşantınızla insanlara ne düşündürdüğünüz, ne hissettirdiğiniz önemlidir. Eskiler ilim yapmak içindir demişlerdir. Modern psikolojide de öğrenmek, davranış değişikliği olarak tanımlanmıştır.
            Baştan sona ilim, ahlak, barış ve huzur dini olan mübarek dinimiz İslamiyet, iki asırdır sağlıklı bir şekilde öğrenilmediği ve doğru bir şekilde temsil edilmediği için, Müslüman yavruları maalesef İslamiyet'ten ve onun güzel ahlakından hızla uzaklaşmakta, böylece yaşanan bireysel ve sosyal bozulma tehlikeli boyutlara varmaktadır. Halbuki tarihte ilimde ve yaşantıda örnek olduğumuz devirlerde Müslümanları gören, tanıyan gayrı Müslimler, onların güzel ahlaklarına hayran kalıp, seve seve Müslüman olurlardı. Yani, ''bizi öldürmeye gelirken, bizde hayat bulurlardı.''  Şimdilerde ise Müslüman yavruları biricik saadet kaynağı olan mübarek dinimizden uzaklaşmakta, elimizden kayıp gitmektedir. Çözüm olarak, biz Müslümanların, bilgili ve  ahlaklı olarak, yetişmekte olan evlatlarımıza örnek olmamız gerekmektedir. S. Ahmet Arvasi’nin dediği gibi “İslâm’ı kurtarmayı bırakın, İslam'la kurtulmaya bakın.”
İdris İspiroğlu