İnsanı yakan iki ateş vardır: Biri ayın on dördüne benzeyen sevgilinin cemali, diğeri ise sevda ateşinde demini almış çayın kemali. Mah cemalin iki tuzağı vardır: Biri kırmızı güle benzeyen alı, diğeri yüzlerce oku aşığın kalbine saplayan hilali. Biri ay, diğeri yay. Ay güldürür, yay öldürür. Gönlün iki kandili vardır: Biri karanlık geceleri süsleyen ayın doğuşu, diğeri her sabah güzellik uykusundan uyanıp mavi pencereden içeri süzülen güneşin gülüşü. Mihr ü Mah. Hakikatte her ikisi de sevgilinin gökyüzüne aks eden mah cemalinden başkası değildir. Ay’ın evreleri, gül yüzlü yârin devreleridir aslında. Bazen içinize doğar gönlünüzü doldurur, bazen de kara bulutların ardına çekilir, hasretiyle öldürür.
  Önce güzellik vardı, sonra aşk doğdu. Evvel maşuk, ahir aşık. Hakikatte evvel de, ahir de maşuk vardır.  Aşıklar sonradan gelir. Zaten bütün acıların kaynağı da, bu ‘sonra’ kelimesidir. Aşk, sevginin haddi aşarak kontrolden çıkmasıdır. Bu yüzden aşıklar normal ve makbul değildir. Her şeyin sebebi sevgilinin insanı bikarar eden güzelliğidir. Halbuki sevgili de mazurdur. Zira onun da elinde bir şey yoktur. Ona da güzellik ezeli hilkat ile gelmiştir. Aşık da, maşuk da mazurdur. Bezm-i canda kimine kam almak, kimine de yanmak kısmet olmuştur.
   Çay, aşığın didelerinden dökülen kanlı gözyaşlarıdır. Öyle kırmızı, öyle yakıcı. Aşk ise, ay ile çayın insanın derununda buluşmasıdır. Vuslat, bir çift yüreğin ay ışığında, çay eşliğinde tutuşmasıdır. Çay aşığın dilini, ay ise, gönlünü yakar. “Çay lebsuz, ay dilsuz olur. Ay hilal olunca cenk meydanı, can pazarı kurulur. Yaylar gerilir, bütün oklar hedefe doğrulur. Aynı anda yüzlerce ok sevdalı yüreğe saplanır. Bunca oku yaralı yürekten çıkarmak ne mümkün. Aşık ölene dek inlemek zorundadır. İniltileri boşuna değildir anlayacağınız. Aşığın kanı ay ışığında çay olup demlenir. Bilen bilir, çay aşkla demlenir, aşkla içilir. Maksat badeyi kadehe dökmek değil, sevdayı gönle ekmektir.
    Gökteki ay, sevgilinin gönlünün ak, duygularının pak olduğunu fısıldar. Çay ise, aşığın kanlı gözyaşına ve yanık yüreğine misaldir. Bu temiz yürek her daim sevgilinin ellerinde, avuçlarındadır. Sevgilinin titreyen elleri, aşığın mangal gibi ateşli yüreğiyle ısınır ancak. Yanmamak ne mümkün.
     Ay’ın haleleri sevgilinin duvağına, demli çay ise aşığın kanına benzer. Duvak masum ve pak, sevda sıcacık ocak olmalı ki, gölgesinde çay filizi gibi bir hayat yeşersin. Gül gül koksun. En güzel sohbetler gül mevsiminde, ‘ay'ın altında, çayın etrafında yapılır. Çaya giden bütün yollar aşka çıkar. Türk evladı üzümün kızıyla orda burada fingirdeşmek yerine, çay eşliğinde nazlı hilaliyle söyleşir.  Şarapla değil, mehtapla sarhoş olur. Her dem vuslat için can atar. Canını, canana adar. Tabi ki taze, sıcak, kan kırmızı çay eşliğinde tutuşur sevdalar, yürek yürek, damar damar.
    Çayın yeşili ve beyazı da vardır lakin, bizim gözümüz ‘al'dan yanadır. Zira dilber al yanaklı, gönder al bayraklıdır.