Nasrettin hoca bir gün pazara gitmek üzere eşeğini hazırlayıp yola koyulmuş. Bir müddet yol aldıktan sonra torbasındaki yemi biten eşeğin karnı acıkınca bir şey bulma umuduyla yol boyunca gördüğü fışkıları koklamaya başlamış. Belli ki dışkıların içinde sindirilmemiş arpa taneleri bulunuyormuş. Hoca merhum, hayvan bunları kokladığına göre hoşuna gitmiş olmalı, diyerek fışkıları eşeğin torbasına koyar. Bir, iki, üç derken eşeğin torbası fışkıyla dolar. Bunun üzerine karnı iyice acıkan eşek, acı acı anırmaya başlar. Eşeğin şikayet yollu anırmasından rahatsız olan hoca merhum hayvana dönüp: “Bana ne kızıyorsun, sen beğendin, ben aldım.” der. Halka değer vermeyip, yine halkı suçlayanların savunmaları tam da bu fıkraya benzemektedir. Onlar, ne yaparsa yapsınlar, her zaman haklıdırlar. Kimsenin onlardan şikayet etmeye hakkı yoktur(!)
      İnsanı insan yapan en önemli özelliği akıllı bir varlık olmasıdır. Müslüman akıllı insan demektir. Buhari-i Şerifte geçen bir hadis-i şerifte peygamber efendimiz(Ona binlerce kez selam olsun), “Müslüman aynı delikten iki defa sokulmaz'' buyurmuştur. Akıllı bir kimse, tecrübe edilmiş bir şeyi tekrar tecrübe etmez. Öfkeyle, ya da düşünmeden hareket eden neticelerine katlanmak zorundadır. Demokratik rejimlerde insanlar yöneticilerini kendi elleriyle seçerler, fakat sonra da çok zaman umduklarını bulamayınca da feryadı basarlar. O nedenle, akıllı insanlar kırk kez ölçer, bir kere de biçerler. Öfkeyle, kızgınlıkla, basit hesaplarla düşünmeden hareket etmezler. Ancak, geldiği yeri unutan, şımaran, yoldan çıkan nadanlara da vakti gelende gereken dersi verirler.
      Demokrasi için, “halkın kendi efendilerini seçmesi, daha doğrusu efendilerin, kendilerini halka seçtirmesi rejimidir” diyenler varsa da, halkın iradesi hafife alınacak şey değildir. Halka koyun muamelesi yapanların, halk vicdanında mahkum olarak, iktidar yüzü göremedikleri ortadadır. Halk, yolunu şaşıranlara gereken dersi vermek için bazen sonunu düşünmeden de karar verebilir. Bu durum evi yanan adamın, evim yandı ama, fareler de yandı ya, demesine benzer. Yöneticilerin makam hırsları kontrol edilemezse, telafisi olmayan zararlar kaçınılmaz olur. Bu millet, siyasi ihtiraslar uğruna koca bir imparatorluk kaybetmiştir. Cennet mekân Abdülhamit Han'ı tahttan indirmek için Yahudi ve Ermenilerle işbirliği yapmaktan çekinmeyen devrin nice meşhur İslamcı siması, daha sonra yaşanan sonu gelmez felaketleri görerek pişmanlık ateşiyle yanmışlardır. Lakin olan olmuş, devlet de, millet de, tarihin gördüğü en büyük felaketleri acı acı yaşamak zorunda kalmışlardır. Bugün de terör bağlantılı mihraklarla münasebetler konusunda çok dikkatli olunmalıdır. Bunun da en sağlıklı yolu, milli birliğin tahkimi ve her alanda adil paylaşım ve işbirliği yapmaktır. Yüzde elli bir halk desteği alarak yüzde kırk dokuzun dışlandığı bir sistem ya da uygulamanın, toplumsal barış için çok tehlikeli sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Bunun için özellikle, belediyeler ve ülkenin ışığı olan üniversiteler başta olmak üzere, kamuda istihdamda ve kamu kaynaklarının kullanılmasında adalet, eşiklik ve şeffaflık ilkelerine azami riayet gösterilmelidir. Belediyeler, her gelen siyasi partinin keyfi olarak kaynaklarını kullanabileceği, yandaşlarını istihdam edebileceği çiftlikler değildir.
     Bölüşmeyi bilemeyenler, bölünmeye mahkumdur. Milletin ve memleketin birliğini düşünen herkes iktidarı da paylaşmasını bilmelidir. ‘Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz’ sözü burada da çok büyük önem arz etmektedir. Birbirini suçlayarak, dışlayarak, ötekileştirerek siyaset yapmak sürdürülebilir bir durum değildir. Her zaman çok ciddi beka sorunu olan ülkemizde herkesin, çok ama çok, akıllı ve dikkatli olması gerekir. Aksi halde uzun yıllar süren iktidar açlığı ve hırsıyla aklı başından giden zevatın bölücülerle iş tutması çok büyük felaketlere sebebiyet verebilir. Denize düşene el uzatılmazsa, yılana sarılınca kızmanın bir anlamı yoktur. Gerçek devlet adamları, rakipleriyle de güç birliği yapabilenlerdir.
    Siyaset ülkemizde çok zaman hizmet yerine, ideolojik temeller ve menfaatler üzerinde yürümektedir. Kendini millet ve memleket uğruna feda edebilecek vatan sevdalısı dava adamları nadir yetişir. Onlar da kimseye yaranamazlar. Zira hak yolun menzili çetindir, tuzakları çoktur, imtihanı zordur. Kimi altından bir saray görür tahtına tamah eder, kimi bir dilbere kapılır kendini kaybeder. Bir kısmı yorulup yoldan geri kalır, bir kısmı önüne çıkan tehlikeleri göze alamaz. Nihayet yolun sonuna varabilenler çok  zaman, Simurg gibi, kırk kişiden artık olmaz. Sayıları az da olsa, gerçek dava adamları hiçbir vakit kaybetmezler. Onlar kaybedilirler. Onlara selam olsun.
İdris İspiroğlu