Bilginin kaynağı ve gerçek bilgiye ulaşma konusunda uzun yıllar çeşitli felsefi tartışmalar yapılmıştır. Amacımız bu tartışmalara girmek değildir. Yalnız şu kadarını söyleyelim ki, edindiğimiz bilgiler, sadece okuduklarımızdan, gezip gördüklerimizden ve işittiklerimizden ibaret değildir. Osmanlı devletinin son dönemde yetiştirdiği büyük âlimlerden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır “Hak Dini Kur’an Dili” isimli tefsirinde Yusuf suresinin 95. Ayetinde geçen “… Babaları (Yakup Peygamber) dedi ki: ’Eğer bana bunak demezseniz, doğrusu ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.” İfadesinin açıklamasını yaparken kendi yaşadığı bir durumu anlatarak şunları söylüyor: ”Burada kendi başıma gelmiş ve yaşadığım bir telepati olayından bir misali anlatmak istiyorum: İstanbul’da Nüvab Mektebi’nde talebe iken bir gün öğleden sonra dersten çıkıp Nuruosmaniye’de ikametgâhım olan hattat odasına geldim. Tek başıma pencerenin önüne oturdum. Oturur oturmaz, henüz daha hiçbir şeyle meşgul olmadan, birdenbire büyük amcam Mehmed Emin Efendi hatırıma doğuverdi ve derhal kalbime derin bir hüzün çöktü, ağlamak istedim. Hâlbuki başka zamanlar onu hatırlayınca mutlaka sevinç ve neşe hissederdim. Az bulunur, fazilet örneği bir insan idi. Bu sefer hem hatırlayış şeklim, hem de alışılmışın dışında sevinç yerine içime öyle bir hüznün çökmesi tuhafıma gitmişti. Ben bunu hemen bir yere kaydettim. On beş gün sonra memleketten posta ile bir mektup aldım, babam “o gün amcamın vefat ettiğini ve bana yadigâr olmak üzere birkaç kitabını vasiyet ettiğini” yazıyordu. O zaman ben postanın on günde geldiği bir mesafeden o hüzünlü olayı, meydana geldiği anda yüreğimde duymuştum ve gözlerim dolmuştu…” (5.Cilt, s.94) Evet, hayatımızda zaman zaman içimize doğan bilgiler, ilhamlar veya rüyalarımızda gördüğümüz olayların sonraki günlerde gerçekleştiğine hemen her insan şahit olmuştur. İşte biz insanların yaşadığı bu durumların daha üst olanlarını Peygamberler yaşamıştır ve insanlara da anlatmışlardır. Yusuf suresi demişken merhum Üstad Sezai Karakoç’un “Ruhun Dirilişi” adlı eserinde “Hazreti Yusuf’un Düşü” başlıklı harika bir yazısından da söz etmeliyim. Adeta bir tefsir niteliğinde olan bu yazının çağımız sosyoloji, psikoloji, antropoloji gibi bilimlerinden de yararlanılarak kaleme alındığı görülüyor. Bitmez tükenmez bir kaynak olan Kuran’ın her çağda insanların anlayabileceği şekilde açıklamalarının yapılması gerektiği konusunda da ışık tutuyor ve bize yol gösteriyor. İşte adı geçen o eserdeki yazının giriş kısmı:”Her Müslüman ülkü adamı, Yusuf suresinin ruhuna ermeğe çalışmalıdır. Sure-i Yusuf, inanmış insanın, ülkü adamının, safha safha, durak durak hayatına ışık tutan en geniş çerçeve, en genel çizgili ebedi bir modeldir. Kendini hakikata adamış bir peygamberin hayatını anlatan Sure-i Yusuf, dünya ve insanoğlu varoldukça kendini inandığına adayan her inanmış kişinin kaçınılmaz bir şekilde geçireceği acı tatlı günlerin, başarıların ve skandalların, yenilgilerin ve zaferlerin, batış ve çıkışların, düşüş ve yeniden doğuşların, çilelerin ve bağışların, ilahi armağanlara erişmelerin bir peygamberin gerçek hayatında sembollerini derlemektedir. Sure-i Yusuf, adeta baştan sona bir düştür. Bir rüya-yı sadıktır. Düş halinde gelen bir vahyin, olduğu gibi Kuran’ın sahifelerine bir fecr-i sadık gibi ağışıdır…” (s.25) Bireysel ve toplumsal olarak yaşadığımız sorunların çözümü bile tek başına bu mübarek surede vardır. Mesela yaşadığımız ekonomik sıkıntıların en önemli sebeplerinden biri savurganlıktır. Yıllardır toplum olarak, tonlarca ekmeği çöpe attık ve hala atmaya devam ediyoruz. Allah’ın verdiği nimetlerin, çeşitli mal ve eşyaların değerini bilmeden saçıp savurduk. Yusuf Peygamber, Mısır hükümdarının rüyasını yorumlamış ve ta o zamandan tasarrufu yani tutumluluğu önermişti. Selam ve dua ile…
(Nizamettin YILDIZ)