Yaklaşık sekiz yüzyıl önce yaşamış olan Mevlana Celaleddin Rumi, eserleriyle ve sözleriyle varlığını sürdürmeye devam ediyor. Onu ölüm yıl dönümünde rahmetle anıyorum. Moğol istilasıyla darmadağın olan Anadolu’nun tekrar ayağa kalkmasında Mevlana’nın ve benzeri maneviyat büyüklerinin etkisi çoktur. Mevlana, geçmişte, nasıl bir imar vazifesi görmüşse şimdi de gönüllerimizi onarmaya ve yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Peki, Mevlana’yı bu kadar büyüten sır neydi, hangi iklim onun hayatına dokunmuştu da Mevlana olmuştu? Elbette bu soruya farklı cevaplar verilebilir. Ama en önemlisi onun hakikate olan bağlılığı ve hakikat için mücadelesi olarak söylenebilir.
   Mevlana’nın en kapsamlı eserlerinden biri Mesnevi’dir. Doğrusunu söylemek gerekirse geçmiş yıllarda okuduğum bu eseri tekrar okuma ihtiyacı hissediyorum. Ayet ve hadislere getirdiği yorumlar, anlattığı hikâyeler, inanıyorum ki, her okuyuşta duygu ve düşüncelerimizde farklı ufuklar açacak, ondaki tevazu ve samimiyet kişiliğimize de yansıyacaktır.
   Gerek sosyal medyada gerekse başka yerlerde Mevlana adına söylenmiş birçok sözle karşılaşıyoruz. Bu sözlerin bazılarının Mevlana’ya ait olup olmadığını da bilemiyoruz. Mesela “Gel, gel, ne olursan ol, yine gel. İster kafir, ister Mecusi, ister puta tapan ol, yine gel. Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…” sözü, son zamanlarda yapılan araştırmalara göre Mevlana’ya ait değildir ve bu söz yanlış anlaşılmaya da müsaittir. Puta tapıyor olsan da gel ve puta tapmaya devam et gibi de anlaşılabilir. Oysa puta tapıyor olsan da hakikate gel ve puta tapmayı bırak demektir bu sözün anlamı. İşte böyle durumlara düşmemek için yapılması gereken, onun, başta Mesnevi olmak üzere eserlerini bizzat okumaktır.
   Bilindiği gibi Mevlana’nın eserleri Farsçadır. Ve bugüne kadar da birçok tercümesi ve şerhleri yapılmıştır. Maalesef çeviri eserlerin bazılarında, gördüğüm kadarıyla, yanlışlar ve eksikler var. Çeviri yapan bir insanın her iki dili de iyi bilmesi ve çevireceği eserin özüne vakıf olması gerekir. Mesnevi’deki bazı beyitlerin anlaşılması gerçekten zor. Onun için tek bir şerhi (açıklama) okumakla da yetinilmemelidir.
   Mevlana’ya göre Mesnevi bir tevhit deryasıdır. Bu deryada boğulmamak için Müslümanlığı da iyi bilmek gerekir. Şu alıntılarla Mesnevi’deki irfan ve hikmete dikkat çekmek istiyorum. “…Geminin içindeki su, gemiyi batırır; gemi altındaki su ise gemiyi yüzdürür. Malı mülkü gönlünden çıkarmıştı da bu yüzden Süleyman, ancak yoksul adını takınmıştı. Ağzı kapalı testi, uçsuz bucaksız denizin üstünde hava dolu bir gönülle yüzer gider. İçte yoksulluk havası oldu mu, insan,  dünya denizinin üstünde eğleşir…” (Mesnevi ve Şerhi, A. Gölpınarlı, 1.Cilt, s.242)
   “…Sen güzellik Yusuf'usun, bu dünya ise sanki bir kuyu. Şu ipse Allah’ın buyruğuna dayanmak. Ey dünya kuyusuna düşmüş olan Yusuf! İp uzandı, onu iki elinle sıkıca tut. Gaflete dalma, gün geçti, akşam oldu. Allah'a hamd olsun ki bu ipi sarkıttılar. Üstünlükle rahmeti birbirine kardılar. Bu ipe yapış da,  yepyeni bir âlem gör; göze görünmeyen, fakat apaçık da ortada olan bir âlem seyret. Yok olan şu dünya, var gibi görünmede… O var olan dünya ise pek gizlenmiş. Yel esti mi, toprağı tozutur, toz toprak görünür de yel görünmez…” (2. Cilt, s.199)
   “…Dostlara ulaşınca da susarak otur, o halkaya kendini yüzük taşı yapmaya kalkışma. Aklını başına al da Cuma namazına bak; herkes bir arada, bir düşüncede, fakat susmada. Neyin varsa al, susmak iline götür… Bir amaç arıyorsan, kendini amaç yapmaya kalkışma. Peygamber dedi ki: ‘Dostları, sıkıntılar denizinde yol gösteren yıldızlar bil.’ Gözünü yıldızlara dik, yol ara…”  (6.Cilt, s.234) Selam ve dua ile…