Sözlükte “hızlı bir şekilde ve gizlice söylemek, işaret etmek, ilham etmek” anlamındaki vahiy (vahy) terim olarak “Allah’ın bir emri, bir hükmü veya bilgiyi peygamberine gizli olarak bildirmesi” demektir. Ancak Mekke’de indirilen En’am Suresinin 121. ayetinde şeytanın dostlarına vahyetmesinden bahsedilmiştir. Yani şeytan da telkinlerde bulunur, şeytan da ilham eder. Allah vahyini şeytanın etkisinden korumuş ve her bir kutsal kitap tamamen Allah’ın sözleri olarak indirilmiştir. Hicr Suresinin 9., 16-18. ayetlerinde Kur’an için bu durum öne çıkarılmıştır. Bu sebeple başlığımda “ilahi kaynaklı vahiy” tamlamasını özellikle tercih ettim.
Allah’ın seçtiği kullarına vahyettiği emir, hüküm ve bilgiler Kur’an’da “kitap” olarak isimlendirilir. Bazen de Nahl suresinin 44. ayetinde olduğu gibi kutsal kitaplar “zubur” kelimesiyle ifade edilir. Bazen de A’la suresinin son ayetinde görüleceği üzere Hz. Musa’ya verilen kitap için “suhuf” kelimesi kullanılmıştır. Hadid suresinin 26. ayetinde Hz. Nuh ve İbrahim’in neslinden gelenlere peygamberlik ve kitap verildiği söylenmiştir. Ayrıca Kur’an Hz. Ebubekir döneminde kitap haline getirilmiş olmasına rağmen Kur’an’da bazen bir sureye bazen de sureler topluluğuna kitap dendiği göz ardı edilmemelidir.
“Kitap” Arapça bir kelime olarak yazılan şey demektir. Allah’ın insanlar içerisinden seçtiği peygamberlerine meleği aracılığıyla vahyettiği sözlerin yazıya geçirilmiş şeklidir. Bunlar indiriliş sırasına göre: Hz. Musa’ya indirilen Tevrat, Hz. Davud’a indirilen Zebur, Hz. İsa’ya indirilen İncil ve Peygamberimize indirilen Kur’an’dır.
İlk üç kitap İsrailoğulları’na indirilmiş ve insanlar tarafından Allah’ın sözleri insan sözleriyle değiştirilmiştir. Bakara suresinin 75., Nisa suresinin 46. ve Maide suresinin 13. ayetleri bu durumu anlatmaktadır. Dolayısıyla bugün kendisine Tevrat, Zebur ve İncil denilen kitaplar isimleri itibariyle ilahi olsa da içinde yazılı olan şeyler beşeridir. Mesela geçmiş peygamberlerde olduğu gibi, Hz. İsa'nın sağlığında İncil, yazılı kitap hâline getirilmemiştir. Çünkü Hz. İsa’nın tebliğ süresinin kısa oluşu ve yaşadığı devrin şartları buna elvermemiştir. En erken yazıları İncil, İsa'dan sonra yetmişli yıllarda kaleme alınmıştır. Dolayısıyla Hz. İsa'nın tebliğ ettiği hakikatler anında kaydedilememiştir. Hz. İsa’nın vefatından sonraki süreçte yüzü geçen sayıda İncil ortaya çıkmış ve nihayetinde Hristiyan din adamları dört incil üzerinde ittifak etmiştir.
Dolayısıyla bu kitapların son kitap olan ve bir harfi bile değişmeden kıyamete kadar geçerli olacak ebedi mucize Kur’an geldikten sonra ise uygulanabilirlik açısından bir hükmü kalmamıştır. Yani hiç kimse bugün Kur’an dışında kalan ve kendilerine Kutsal Kitap denilen kitaplarda yer alan emirleri yerine getirmediği ve yasaklananları çiğnediği için günahkar olmaz. Bu kitapları okumakla da sevap kazanmaz. Bu kitaplarda yazılanları kabul etmediği için dinden çıkmaz.
Bu başlık altında okurlarımızın yoğunlaşması gereken ana meselelerden birisi de ilahi kitapların kaynağının, özünün, ana mesajının ve temel hatlarının aynı olmasıdır. Bu hakikatin en özlü delili Şuara suresinin 196. ve 197. ayetlerindedir: “O Kur’an, şüphesiz öncekilerin kitaplarında da vardır. İsrâiloğulları bilginlerinin bunu bilmesi onlar için bir delil değil midir?”
Maide Suresinin 48. ayetinde “(Resulüm!) Sana da kendisinden önceki kitapları tasdik edici ve onları denetleyici/koruyucu/gözetici (Müheymin) olarak bu kitabı hak ile indirdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile (Kuranla) hükmet. Sana gelen bu gerçeği bırakıp da onların isteklerine uyma.” denilmesi aslında Kur’an’ın önceki kitaplarının özünü içerdiğine ve koruduğuna delalet etmektedir.
İlahi kitapların bugünkü halinin değil ilk halinin Allah katından indirilen kitaplar olduğuna inanmanın önemiyle ilgili iki ayet önemlidir. Bunlardan birincisi Bakara suresinin 4. ayetidir. Bu surenin ilk ayetlerinde Allah’a saygı duyan, O’ndan çekinen, korkan müttaki ve kurtuluşa erecek kulların kimler olacağı anlatılırken “Onlar sana indirilen Kur’an’a ve senden önceki peygamberlere indirilen kitaplara inananlardır.” denilmiştir.
İkinci olarak Nisa suresinin 136. ayetinde ise “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.” ifadeleri yer almıştır.
Ankebut suresinin 46. ayetinde Ehl-i Kitapla mücadelenin en güzel şekilde yapılması emredildikten sonra onlara “Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik deyin.” denilmesi tavsiye edilmiştir.
Bakara suresinin 91. ayetinde Yahudiler şu sözleri sebebiyle eleştirilmiştir: “Kendilerine, “Allah’ın indirdiğine iman edin” denilince, “Biz sadece bize indirilene inanırız” derler ve ondan başkasını inkâr ederler.”
Sonuç itibariyle Allah’ın kulları içerisinden seçtiği peygamberlerinden bazılarına görevli meleği aracılığıyla vahyederek kitaplar indirdiğine inanmak, Kur’an’dan önce indirilmiş kitaplarda yer alan ifadelerin insanlar tarafından değiştirildiğini kabul etmek ve Kur’an’ın bu konudaki beyanlarını tasdik etmek imanın ve cenneti kazanmanın gereğidir.
Sözlerimi Bakara suresinin 285. ayetinin anlamıyla bitiriyorum: “Allah’ın elçisi ve müminler, rabbinden ona indirilene (Kur’an’a) iman ettiler. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandılar. “O’nun elçileri arasında ayırım yapmayız” ve “İşittik, itaat ettik, bağışlamanı dileriz rabbimiz, gidiş sanadır” dediler.”