Yazı serimizin birinci bölümünde imanın ne olduğunu, cennete girmenin ilk ve olmazsa olmaz şartının iman olduğunu, ancak inançlı kişilerin cennete girebileceğini izah etmiştik. İman meselesinin ilk konusu ise Allah’a, O’nun varlığına ve tekliğine inanmaktır.
ALLAH’A İNANMAK
“Allah” kelimesi Cenab-ı Hakkın özel ismidir. Varlığı başkasının varlığına muhtaç olmayan, bütün güzel isim ve sıfatları taşıyan, mükemmel, varlıkları yoktan yaratan, yaşatan, yöneten; kulluğa layık ve tek olan varlıktır Allah. Akıl sağlığı yerinde olan ve ergenlik çağına gelmiş her insanın ilk vazifesi Allah’a inanmaktır. Allah her insanı yaratılışı itibariyle kendisine inanacak yönelimle var etmiştir. Sahih-i Buhari’de geçen bir hadiste Peygamberimiz bunu şöyle ifade etmiştir: “Her insan Allah’a inanma ve Müslüman olma fıtratıyla doğar. Fakat daha sonra o kişi anne-babasının etkisiyle Yahudi, Hristiyan veya Mecusi olabilir.” Hatta fıtratından uzaklaşırsa putperest, ateist, deist vb. batıl anlayışlara da savrulabilir.
ALLAH’IN VARLIĞI
Allah inancının birinci basamağı O’nun var olduğuna inanmaktır. Yerde ve gökte her şey bunları yaratan, belli bir düzene koyan ve yaşamlarını devam ettiren bir varlığı gösterir. Mekke’de indirilen Fussilet suresinin 4. ayetinde bu hakikat şöyle dile getirilmiştir: “Allah’ın varlığı ve Kur’an’ın gerçekliği onlara apaçık ortaya çıksın diye insanlara (inkarcılara veya tüm insanlara) ufuklardaki (yıldızlar, gezegenler, gece-gündüz, aydınlık-karanlık, kâinatın oluşumundaki ana maddeler) ve kendi nefislerindeki (ceninler, yavrular, ana rahmindeki oluşumlar, insandaki sistemler, kabiliyetler) delillerimizi göstereceğiz.”
Mesela Dünya'nın kendi etrafında dönüş hızı 1670 kilometredir. Güneşin etrafındaki dönüş hızı ise yaklaşık olarak 107 bin km. olarak hesaplanmıştır. Dünya daha hızlı dönmüş olsaydı günler uzar, daha yavaş dönseydi günler kısalır ve gün sayısı değişirdi. Dakika, saat, gün ve yıl hesabı farklı olurdu. Dünya şu anki hızından daha hızlı dönmüş olsaydı sular Ekvator çevresinde birikir ve bir-çok şehir sular altında kalırdı. Aşırı şiddetli depremler, tsunamiler ve kasırgalar yaşanırdı. Ayrıca Dünyamız güneşe yaklaşık olarak 150 milyon km uzaklıkta bulunur. Biraz daha yakın olsa aşırı sıcak biraz uzak olsa aşırı soğuk sebebiyle dünya yaşanmaz bir yer olurdu. Peki, bu düzen kendiliğinden mi oldu? Hangi güç bu milimetrik hesabı yaptı ve hiçbir sapma olmadan düzen devam ediyor?
Hiçbir şey kendi kendine meydana gelemeyeceğine, tesadüfen olamayacağına göre bunları varlık âlemine çıkartan, eşsiz uyumu sağlayan, mükemmel ve yüce bir varlık olmalıdır ki bu ancak Allah olabilir.
ALLAHIN TEKLİĞİ
Dinin ve Kur’an’ın en temel unsurlarından biri Allah’ın tekliğidir. Allah her şeyiyle tektir. O zatında, sıfatlarında, şahsına özel isimlerinde, fiillerinin mükemmelliğinde ve varlık âlemine hâkimiyetinde, kuvvette, büyüklükte tektir. Buna dinde “tevhit” denilmiş ve bu tekliklerin hepsi “Lâ ilâhe illallah” cümlesinde özetlenmiştir.
Allah’ın tekliğini ifade eden birçok sure ve ayet bulunsa da özeti İhlas suresindedir. Bu surede Rabbimiz tekliğini şöyle anlatır: “Allah tektir. O hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şey kendisine ihtiyaç duyandır. O’nun var olması diğer canlı varlıklar gibi doğmayla değildir. O Hristiyanların tanrı kabul ettiği Hz. Meryem gibi doğuran bir anne ve yine Hristiyanların tanrı saydığı Hz. İsa gibi doğurulmuş olan bir çocuk değildir. Zira O varlığı kendinden olandır. Böylece O’na denk hiçbir şey yoktur.”
Allah’ın neden tek olması gerektiğiyle ilgili olarak doğrudan akla hitap eden İsra suresi 42. ve Enbiya suresi 22. ayetlerde ise özet olarak şöyle denilir: “Eğer bazılarının iddia ettiği gibi Allah’la beraber başka ilahlar olsaydı hepsi arşın sahibi olmaya (yani tek güç, hâkimiyet sahibi olmaya) çalışırlardı. Böylece yerde ve gökte düzen bozulurdu.” Yani ilahın tek olması yerde ve gökte düzenin sağlanması ve korunması için zaruridir.
Hz. Peygamber’in gönderildiği toplumda bir Allah inancı vardı. Yani cahiliye dönemi insanları da Allah’ın varlığını reddetmiyorlardı. Onların asıl yanılgısı Allah’ın yanında başka ilahlara inanmalarıydı. Dolayısıyla Allah’ın her insanın genlerine yerleştirdiği fıtrat gereği herkes de bir ilahın, yaratıcının varlığına inanma dürtüsü olabilirken bu ilahın bir tane mi olduğu hususunda batıl inanışlar olabilmektedir. Hz. Peygamber başta olmak üzere peygamberlerin en büyük mücadelesi de tevhit anlayışını kalbe ve zihne nakşetmek olmuştu.
Allah bizleri muvahhitlerden eylesin. Sadece kendisine inanan ve sadece kendisinden yardım isteyip medet uman tevhit ehlinden kılsın.