Şöyle bir portre çizelim. 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması ile birlikte İstanbul İngilizlerin liderliğinde İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmiş. Osmanlı saltanatı İngilizlerin boyunduruğuna girmiş. Orduları dağıtılmış bir ülke. Ve bu ülkenin dört bir yanı işgal edilmek üzere planlar yapılmış.
Böyle bir tabloda bir komutan çıkıyor. Bir görev bahanesi ile Anadolu’ya geçiyor. Bağımsızlık ve hürriyet meşalesini yakıyor.
Amasya genelgesi ile Ülkenin içinde bulunan durumun teşhisini yapıyor ve temel ilkeleri de belirliyor.
Vatanın bütünlüğü milletin istiklali tehlikededir.
İstanbul hükümeti üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememiştir.
Milletin bağımsızlığını yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.
Erzurum'da toplanacak kongreye delege gönderilecektir.
Sivas'ta ulusal bir kongre toplanacak.
Tabii bütün bunları yaparken, İngilizlerin güdümündeki Osmanlı hükümeti Mustafa Kemalden rahatsız oluyor. Hain kabul ediliyor ve yakalandığı yerde tutuklanması için emir çıkartılıyor.
Mustafa Kemal, Osmanlı ordusundaki görevlerinden istifa ediyor ve bu bağımsızlık hareketinin başarılı olması için o hayati hamleyi başlatıyor.
O hayati hamle, halkı arkasına almasıdır. Halk hareketi olarak ortaya çıkmasıdır.
Bunu nasıl başarıyor peki?
Milletin bağımsızlığını yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır. İşte bu cümle her şeyin özetidir. Ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasına kadar gidecek olan sürecin ana fikridir.
Erzurum’da kongre toplayarak belirlemiş olduğu ilkelerin halkın ilkesi olarak kabul ettiriyor. Bireysel bir hareketten Kurumsal bir mücadeleye geçişin başlangıcı Erzurum kongresi oluyor. Erzurum Kongresi ile delegeler seçiliyor. Artık halkın özgür iradesi ile kurumsal bir kimliğe bürünmüş bir halk hareketi doğuyor.
Sivas’ta Ulusal bir kongre toplayarak ve yurdun bütün yerlerinden delege seçtirerek milli bir iradenin doğmasını sağlıyor. Sivas Kongresi ile Erzurum kongresi kararları bölgesel kararlardan ulusal kararlar haline geliyor. Sivas Kongresi tüm ulusu temsil eden tek kurum haline geliyor. Anadolu ve Rumeli müdafayi hukuk cemiyetlerini tek bir çatı altında toplanması sağlanarak Temsil heyetinin kurulması sağlanıyor.
Gücünü halktan alan yeni bir otorite ortaya çıkıyor. Yani Mustafa Kemal her yaptığı işte halkı arkasına alarak meşru bir zeminde mücadele ediyor.
Aslında Başarılı olmasındaki en büyük sebep; halkı arkasına alarak meşru bir zemin yakalamasıdır.
Temsil heyetinin Ankara’ya yerleşmesi ile tüm ulusu temsil eden Millet meclisinin kurulmasına giden yol açılacaktır.
Tabii bütün bunlar kolay olmayacaktır. Bir tarafta Mustafa Kemal hain ilan edilmiş ve tüm yurtta aranmaktadır. Hakkında yakalama kararı çıkmıştır. Ve bir tarafta da Anadolu adım adım işgal edilmektedir. Temsil heyeti, halkın oluşturduğu ve adı Kuvayi Milliye olan diriliş hareketlerini bir çatı altında toplayarak düzenli ve kurumsal bir orduya da geçilmesini sağlamıştır.
Ve işgaller ile bu ordu mücadele edecektir.
Yunanlılar, İzmir ve Çevresini,
İngilizler İstanbul başta olmak üzere Samsun Musul ve Urfa Çevresini,
İtalyanlar, Konya ve Çevresini,
Fransızlar Adana ve Antep çevresini,
Ermenileri ise Karsı işgal etmişlerdi.
İstanbul’daki Osmanlı saltanatı işgal altında olduğu için ve orduları dağıtıldığı için zaten savaşacak durumda değildi. O zaman halk kaderi ile baş başa kalmış ve kurtulacaksa da kendi çabaları ile kurtulacaktı.
İşte Temsil heyetinin başında Mustafa Kemal’in komuta ettiği düzenli ordu kurtuluş mücadelesini bu şartlarda vermeye başlamıştır.
Dağıtılan ordulardaki askerleri toplayarak, gönüllü halktan asker toplayarak, Tekâlifi milliye emirleri ile bedeli daha sonra ödenmek üzere vatandaştan silah cephanelik, binek hayvan, giyim eşyası, yiyecek ve benzeri bir çok eşya toplayarak, ordu savaşabilir duruma getiriliyor.
İşte Ülke bu zorluklar içinde iken 23 Nisan 1920’de Ankara’da Temsil Heyeti gömlek değiştiriyor ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Kuruluyor. Böylelikle yeni bir devlete atılacak en önemli adımlardan birini de atarak Cumhuriyetin doğması için yasal zemin hazırlanmış oluyor.
Millet Meclisi kurulmuştu ama Dünyada kimse tanımıyordu. Uluslararası platformda tanınma askeri başarıların ardı sıra gelmesiyle sağlanacaktı.
Gümrü Antlaşması ile Ermenistan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ilk tanıyan devlet oluyordu. Daha sonra Moskova Antlaşması ile Sovyet Rusya, Ankara Antlaşması ile de Fransa Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni tanıyan ilk itilaf devleti oluyordu.
Artık İstanbul’daki Osmanlı hükümeti tek başına ülkeyi temsil etmekten çıkmış, Halkın iradesini arkasına alan ve askeri başarılar elde eden millet meclisi de ülkeyi temsil eden aktör haline gelmişti. 29 Ekim 1923, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunu tamamlayan tarih olarak dünya arenasında yerini almıştır.