Bu serinin ilk yazısında Allah’ın hesabı sorulacak bir emanet olarak verdiği zamanın kıymeti ve onun değerli hale getirilmesinin ibadetsiz olamayacağı üzerinde durmuştuk. Dikkat çekmek istediğim husus açısından şu kuds-i hadis çok önemlidir. Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: “Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum.” (Buharî, Sahih, Rikak,38) Bu hadis aynı zamanda kulun ömrünü değerlendirmesinin ve Allah’ın sevgisine ulaşmasının iki ana unsurunu da içermektedir: Farz ve nafile.
Farz kelimesi bir şeyi kesmek, parçalamak, ayırmak, belirlemek, kesinleştirmek, pay, nasip gibi sözlük anlamlarına sahiptir. Ancak farz kelimesini Allah’ın yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği şey olarak tarif etmek daha doğrudur. (M. Fuad Abdulbaki, Mu’cem, frz. maddesi; Zekiyuddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları, 237) Önceki cümlede yer alan tanım sadece fiili ibadetleri değil aynı zamanda Kur’ân’da yer alan kesin emirleri de kapsayabilir. (Kur’an’da geçen her emrin farziyet ifade etmeyeceğini, bu hususta diğer delillere ve bunlara dayanarak hüküm ortaya koyan, ümmetin doğruluklarında ittifak ettiği fakihlerin görüşlerine müracaat etme gerekliliğini unutmamalıyız.) Farzlar Allah’a karşı sorumlu olduğumuz asli vazifelerdir. Allah’ın hesabını soracağı kulları üzerindeki temel hakkıdır. Farzları yerine getirmeyen bir kişi sorumluluğunu yerine getirmemiş ve Allah’ın hakkını teslim etmemiştir. Farzlar tamamıyla Allah tarafından belirlenir ve Peygamberler bu farzların beyan ve tatbik edicisidir. Beş vakit namaz, Ramazan orucu, hac gibi fiiller bunlardandır. Kök anlamı fazlalık olan nafile kelimesi ise farz ve vacib dışında kalan bütün ibadetler için kullanılır. Kur’an’da geçen “tatavvu” kelimesi de gönüllü olarak yapılan iyilik anlamında aslında nafileye delalet etmektedir. (el-Bakara, 2/158, 184) Nafileler daha çok Hz. Peygamber’in yaptığı ve  tavsiye ettiği ibadetlerdir. Farz namazların öncesinde ve sonrasında kılınan namazlar, teheccüd namazı, pazartesi-perşembe oruçları, sadaka vermek ve her  türlü iyilik nafile cinsindendir. (Tehânevî, Keşşâf, II, 1325)
Nafilenin kul için nasıl bir faydasının olacağına dair sadece bir rivayet paylaşıyorum: “Birinizin her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir. Bu sebeple her tesbih sadakadır, her hamd sadakadır, her tehlil sadakadır, her tekbir sadakadır, iyiliği emretmek sadakadır, kötülükten sakındırmak sadakadır. Kulun kuşluk vakti kılacağı iki rekât namaz bütün bunların yerine geçer." (Müslim, Sahih, 1181)  Önceki bölümde zikredilen bir hadisi önemine ve konunun bağlamına binaen bir daha hatırlatmak istiyorum: “Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. (Farz olan namazlarıdır.) Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Allah: – Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız? der. Farzların eksiği nafilelerle  tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.” (Tirmizi, Sünen, Mevâkit, 188)
Dolayısıyla insan Allah’ın sevgisine en çok farzlarla, Allah’ın yakınlığına ise nafilelerle ulaşır. Farzlarında eksiklik olmayan bir kişinin Allah’a vereceği hesap kolay olacak istemeyerek yaptığı noksanlıklar ise nafilelerle giderilecektir. Zaman, farz ve nafilelerle en güzel şekilde değerlendirilmiş olacaktır. Din, Allah’ın emir ve tavsiyeleri ile Hz. Peygamber’in emir ve tavsiyelerine riayet edildiğinde, farz ve nafile bir bütün halinde uygulandığında tam yaşanacaktır.