16 Kasım 2021 yılında kaybettiğimiz, Üstad Sezai Karakoç; çağımızın büyük şair, yazar ve siyaset adamlarından biriydi. Onu, vefatının yıl dönümünde saygıyla anıyor ve Allah’tan rahmet diliyorum.
Sezai Karakoç; daha hayatta iken gerek şahsıyla ilgili gerekse Diriliş düşüncesiyle ilgili birçok dergi özel sayı çıkarmış, konferanslar, paneller, sempozyumlar düzenlenmiş ve çoğu yazar ve şaire nasip olmayacak sayıda yüksek lisans ve doktora çalışmaları yapılmıştır. Vefatından sonra da bu faaliyetler devam etmektedir.
Üstad, şiir, hikâye, deneme, tiyatro, hatıra gibi birçok alanda eser vermiştir. İnternet üzerinden de onlarca konuşması yayınlanmıştır. Elbette onun eserleri ve düşünceleri üzerine yapılan her etkinlik önemlidir, değerlidir. Ancak ülkemizin ve İslam dünyasının geleceği ve güvenliği konusundaki hassasiyeti ve uyarıları çok daha önemli olup asıl bu konunun tekrar tekrar gündeme getirilmesi yerinde olacaktır. Çünkü bir ülkenin ve toplumun bugününün ve geleceğinin güven altında olması en öncelikli en hayati konudur.
Filistin’de yaşananları medyadan izliyoruz. Çocuklar, gazeteciler, doktorlar, yazar ve şairler öldürülüyor, hastaneler, okullar, mülteci kampları bombalanıyor, yakılıp yıkılıyor. Aynı durum Allah korusun bir gün ülkemizin de başına gelebilir. Zaten, Sezai Karakoç ismiyle birlikte zikredilen, Üstadın ömrünü adadığı Diriliş düşüncesi hem İslamın temel inançlarından öldükten sonra dirilmeyi, hem üzeri küllenen, kaybolmaya yüz tutan değerleri tekrar gün yüzüne çıkarmayı hem de Müslümanların uyanıp kendilerine gelmelerini içeriyor.
Bu yazıda ağırlıklı olarak Sezai Karakoç’un ülkemiz ve İslam dünyasının geleceği için yaptığı uyarılardan bazılarını alıntılar yaparak hatırlatmak istiyorum. 1967 yılında yazdığı “Kudüs Acısı” başlıklı yazıda şunları söylüyor: “…Bugün Kudüs gitti. Allah korusun, yarın gözleri Şam’dadır, sonra Bağdat’ta, Mekke’de, İstanbul’dadır. Tarihimizin en kritik dönemlerinden birini yaşıyoruz. Var olmak veya yok olmak dönemindeyiz…” (Sezai Karakoç, Sütun, s.385)
2017 yılında Kurban bayramı vesilesiyle yaptığı konuşmada da şunları söylüyor:“…Evet, İslam alemi tabii ki büyük sıkıntılar yaşıyor. Orada mesela bir azınlık bir nevi katliama tabi tutulurken bütün dünya seyirci kalıyor. İslam âlemi de seyirci kalıyor. Evet, acı duyuyor, üzülüyor fakat yine buna sebep olanlardan yardım istiyor. Hâlbuki bugün İslam âlemi kendileri bir araya gelse sadece ‘dur’ demesi yeter. Fakat İslam âlemi bir araya gelip dur diyemiyor.  Her biri tek tek zaten İslama düşman olanlara aman bunu durdurun diye yalvarıyor. Hâlbuki bir insan, önce, elinden geleni yapmakla görevlidir. Elinden gelmezse başkasından yardım ister.  Biz İslam âlemi olarak Müslümanları korumaya muktedir değil miyiz ki Müslüman olmayan kesimden batılılardan, şuradan, buradan ve hatta bu katliamlara, bu işgallere, bu istilalara, bu birbirimizi kırmaya sebep olanlardan yardım istiyoruz…”
1990 yılında yazdığı bir yazıda ise adı konmamış olsa da Üçüncü Dünya Savaşının sessiz bir şekilde başladığını belirterek Batının asıl amacının İslam ülkelerini işgal etmek ve kaynaklarını paylaşmak olduğuna dikkat çekiyor ve şunları söylüyor: “…Şimdi diyoruz ki, Batının istilası, Körfez bölgesinden ibaret kalmayacaktır. Mısır’ ı da Libya’yı da işgal edeceklerdir… Plan çok şümullüdür…” (Diriliş dergisi, 1990, Sayı: 109 – 110
Sezai Karakoç, 5 Mart 2019 tarihinde yayınladığı basın bildirisinde de şunları söylüyor: “…Bugün, ABD, Rusya, Çin, Hindistan ve Avrupa Birliği dışındaki devletler, her an istilâya, saldırıya, baskıya, ekonomik, siyasi ve hatta silâhlı müdahelelere mâruz kalabilir. Örnekleri ortadadır. İslâm ülkeleri, altmış yıldır söylediğimiz üzere, birliklerini kurmadıkları için, bugün, bu tehlikeyle karşı karşıyadırlar. Asıl “beka sorunu” budur. Mısır, Pâkistan, İran, Suudi Arabistan ve benzerleri irili ufaklı İslâm ülkelerinin herbiri, bir batı ülkesi veya doğu ülkesi ile ilişki kurarak ayakta kalacağını sanıyor. Heyhat ki bu bir seraptır. Ülkemiz de, ne yazık ki, bu durumun dışında değildir...”
Bir sonraki yazıda inşallah bu konuya devam edeceğiz.