Yeryüzündeki insan sayısı kadar mizaç çeşidi vardır. Bu yüzden 9 tiple ya da 12 burçla sınırlandırmak doğru olmaz. Belki biraz yol gösterici olarak kullanılabilir ama bütünüyle etiketlenip değerlendirilmesi, insanoğlunun değiştirilebilir yapısının sabitlenmesi, ona yapılacak büyük bir haksızlıktır.
Değiştirilebilir olan yapı hangisidir, buna bakalım: Öncelikle Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)' in hadisi şerifinde buyurduğu "Dağların yer değiştirdiğini görürseniz inanın, insanın huy değiştirdiğini görürseniz inanmayın."  Sözünden atalarımız "Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur." çıkarımını haklı olarak yapmışlar. "Can çıkar, huy çıkmaz." Bunu da biliriz.
Diğer yandan başka bir hadis-i şerifte "Ahlakınızı güzelleştirin." buyuruyor Efendimiz aleyhissalatu vesselam.
"Huy" ve "Ahlak" kelimeleri aynı kökten geldiğine göre yukarıdaki iki mana neden farklı olup birbiriyle çelişiyor olabilir?
"Asıl cihat, Allah yolunda nefsiyle mücadele etmektir."  "İbadetlerin en kolayı güzel huylu olmaktır." gibi hadis-i şerifler de mevcut.  O halde ahlak dediğimiz durum değişebilen, onarılabilen bir yapıya sahip. Sabit kalacak olsaydı bunlar kuldan beklenmezdi. Değişmeyen öz ise yumuşak huylu olmak, celal sıfatlı olmak, duygulanım yaşamak, materyalist düşünce yapısına sahip olmak gibi bir elin parmağını geçmeyecek kadar az sayıda özelliklerdir.  Bir insan bir mevzuya sanatsal açıdan bakamıyorsa zorla baktıramazsınız. Yahut duygusal yaklaşıyorsa zorla mantık yürüttüremezsiniz. Ancak hayatını zorlayacak kadar aşırılık yaşıyorsa bunları törpüleyebilir. Yine de ilk fırsatta sahip olduğu öz ortaya çıkacaktır. Tıpkı hadis-i şerifteki gibi dağlar kadar sabit olup kökten bir değişme görülmeyecektir.
Öte yandan terbiye edilmesi istenen, güzelleştirilmesi beklenen ahlak, tümüyle hal ve hareketlerimizi kapsayan, detaylara sahip ilkeler bütünüdür.
Yazımızda mizaç eğitimlerine, burçlara körü körüne sarılan, insanların değiştirilebilen yapısını değiştirilemeyenlerden daha önde tutan, onları kalıplara koyan, etiketleyen sistemi masaya yatıracağız.
İslamiyet'in güneş gibi her evde doğduğu bir dönemde Rasulullah Efendimiz aleyhissalatu vesselam "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim." buyurmuş. Yani hal ve hareketleriyle, sözleriyle, nasihatleriyle insanlığa kıyamete kadar yetecek olan evrensel bir kaynaktır bizim için Hazreti Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz. Tavsiyelerinin uygulandığı, yaşam biçiminin özümsendiği dönemler Asr-ı Saadet olarak geçiyor tarih kitaplarında. Ya sonra?
Zaman içerisinde çeşitli sebeplerle İslam'dan, maneviyattan, sünnetten, ahlaktan uzak kalmalar neticesinde birtakım arayışlara girilmiş. Bozulan toplumları yeniden toparlamak için Rusya ve Avrupa gibi ülkelerin geçmişte bazı denemeler ve takdir edersiniz ki kaçınılmaz yanılmalar yaşadığını biliyoruz. Çünkü İslamiyet'in olmadığı yerde çöküş her türlü mümkündür. İster istemez içlerinden duyarlılar çıkıp özgürce düşünmeye, gezmeye, araştırmaya başlamışlar. Filozofların Çin, Afganistan, Pakistan gibi doğu ülkelerini karış karış edip buldukları öğretiler içinden mutasavvıfların İslam ahlakını, Rasulullah aleyhisselatü vesselam Efendimizin sünnetlerine uygun yaşayış biçimlerini alıp kendi İslamiyet’ten uzak inanç sistemlerine yerleştirip yeni bir teori ortaya atmaları göründüğü kadar masum değildir.
9 Tip Mizaç olarak tanıtılan Ennegramınsa derinine baktığımız zaman Sufi kökenli olduğu iddia edilse de genel olarak Hristiyanlıkla ilgili olduğu söyleniyor. Enneagram sembollerinin çıkış noktası yine Hristiyan matematikçiler olup bu sembollerin bir şekilde ezoterik Yahudiliğe girmiş ve Kabala'daki Hayat Ağacı'nın dallarına gömülmüş olduğuna inanılıyor. Nesilden nesile sözlü aktarımla gelmiş ve ezoterik yapısıyla da dikkat çekmiş.
Oscar Ichazo ve Claudio Naranjo isminde felsefe ve psikoloji ile uğraşan, diyar diyar gezen bu iki insanın çabalarıyla modern bilimle kaynaşarak bugünkü halini almış. Amaçları ise doğudaki gerilemeyi toparlayıp batıdaki bilimle buluşturmak, doğu ile batı arasındaki uçurumu kapatmak, arada köprü kurmakmış.
Bence gayet güzel başarmışlar. Hatta o kadar uzun bir köprü olmuş ki bu dünyanın bir ucundaki bilimle diğer ucundaki ev hanımlarının bile alım satım haline dönüştürdüğü eğitim platformları ile para kazandıkları bir kapı haline gelmiş.
Klinik psikologların bir saat gibi kısa bir süre içerisinde karşılarına oturan danışanla ilgili birtakım özelliklere hızlıca vakıf olma çabası için -saplantılı olmamak kaydıyla- kullanmalarında sakınca olmadığını düşünüyorum. Fakat ev hanımlarının bu işe merak sarmasını, en yakınlarını etiketlemesini, her şeyden önce kendisini bir kalıba sokmasını ve bununla mutlu olmasını tehlikeli ve yanlış buluyorum.
Bunlarla meşgul olurken Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)'ın sünnetleri, güzel ahlakı, iletişim biçimi konu edilmiyor. İnsanın değişebilen yapısına "Değiştirilemez" damgası vuruluyor. Sözde nabza göre şerbet vermek için en yakınlarını bu şekilde tanıyıp onlarla doğru bir iletişim dili geliştirilebileceği söylense de bunu yaparken hem sünnet-i seniyyeyle bağlantı kurulamıyor hem de insanın değişiminin önü kapatılıyor. Oysa can çıksa da çıkmayacak olan huy dediğimiz kısımlar çok azdı. Sayfalar dolusu maddelerle insanların detaylandırılması da adlarının konulması da doğru değil.
Tutarlı olduğu söylense de kendi içinde çelişkileri çok. Hangi mizaçtan olduğunu anlayabilmek için %100’lük benzerliğe gerek yok, %60-70'lik bir öne çıkma yeterli deniyor. Kalan %40 ile bambaşka bir mizaç olabilirim o halde(!) Yanılma payı illa ki oluyorsa neden bir taneyle damgalanıp ona göre muamele göreyim veya göstereyim? Ne dedik en başta: Yeryüzündeki insan sayısı kadar mizaç çeşidi vardır. Bir kalıba sığdırılamayacak kadar geniş bir deryadır.
Gayrimüslimden gelen yahut oraya gidip kirlenerek gelmiş olan, huy ve ahlak gibi manevi değerlerimize taalluk eden ilimler bize fayda vermez. Biz onların ancak teknolojilerinden faydalanırız. Gerisine müsaade yoktur. Bizim güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilmiş Peygamberimiz vardır. Bu bize yetmelidir. Yetmemişse eksikliği kendimizde arayalım. Tamamlamak için caiz olmayan yollara sapmayalım.
Hatice Doğan