Ömrünü İslam davasına adamış, sağlığında para ödülü de dahil kendisine verilmiş birçok ödülü kabul etmemiş Üstad Sezai Karakoç ve Diriliş düşüncesinden bahsetmeye devam ediyoruz. “Tek çare ve çözüm, İslam dünyasının uyanıp, Batı’nın NATO’su gibi bir askeri güç, AB gibi bir siyasi birlik oluşturmasıdır” diyen Sezai Karakoç, millet ve medeniyet kavramlarını da farklı bir şekilde değerlendirerek şunları söylemektedir: “…20. yüzyılda İslam ülkelerinde de Batı tipi (millet) üretilmek istendi. O yüzden suni devletler ve devletçikler doğdu. Bugün İslam dünyasını kıvrandıran buhranın temelinde, kendi büyük millet ve medeniyetimize bağlı millet anlayışını kaybedip yerine bu irili ufaklı suni ve taklit işi millet denemelerinin konması yatar. Aydınlar, gerçek millet kavramı bilincine varmadıkça bir çıkış yolu da bulunamayacaktır İslam ülkeleri için…” (Günlük Yazılar lV Gün Saati, s.172)
1995 yılında Eskişehir’de yaptığı meydan konuşmasında; Türkiye’nin Avrupa Birliğine girme çabaları üzerinde duruyor ve şunları söylüyor: “…İşte, bu yüzden, istikbalimizi Avrupa’da aramak bir macera olacaktır. Avrupa’nın geleceğinin ne olacağı belli değil. İki defa savaşmış bu insanlar, üçüncü kez, birbiriyle kapışmayacaklar mı? Yarın, Almanya’ya, diğerleri, hepsi boyun mu eğecek? Devlet adamlarımız geleceği gören kişiler olsalar, bu Avrupa birliği fikrine bu kadar bel bağlamazlar, Varsa yoksa Avrupa’ya bir kapağı atarsak kurtuluruz fikri, çok yanlış, batıl bir fikirdir. Koruyan kuvvet, ancak, kendimizde ve kendimizden olursa, bu bize bir güvence teşkil eder. Kimse sana yar olmaz. Tarih buna şahittir. Herkes kendi gücüyle, kudret ve kuvvetiyle yaşar. Hiçbir zaman başkasına dayanarak ayakta duramazsınız….” (Çıkış Yolu lll, s.147)
Üstad Sezai Karakoç’un şu tespitleri de dikkat çekici ve yol gösterici niteliktedir: “…İslam ülkeleri içinde, en umutlu ve en umutsuz, en umut veren ve en umut vermeyen ülke ise Türkiye. Bir yandan ekonomik bir canlılık gösteren, askeri bir güç ifade eden ülke, öte yandan, yazısını, kültürünü yitirmiş, batılılaşmayı en sığ taklit düzeyinde deneyip duran, hep çıkmazdan çıkmaza saplanan, geçmişini ciddi bir şekilde yeniden ele almaya girişmeyen, yanaşmayan, tek hakiki varlık gücü olan İslamı, en basit ilkel bir idrakten öte bir kavrayışla gündeme getirmeyen, basını, bürokrasisi ve aydın kitlesiyle halkından kopmuş ülke. Anlaşılıyor ki, İslam âleminin kaderi, Türkiye’deki kördüğümün çözülmesine bağlı. Sır, Türkiye kaderinde gizli…” ( Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi lll, s.24) “…Yeniden değişmek gerekiyor; Doğuya, Batıya doğru değil, kendi içine doğru değişmek. Biz buna ‘Diriliş’ diyoruz. Kendine dönüş. Yerli kültürden yeniden evrensel boyutta bir sistem üretmek. Nasıl, Peygamberimiz zamanında evrensel sistem getirilmişse, nasıl Dört Halife devrinde bu sistem devam ettirilmişse, nasıl Emeviler zamanında o, bir yandan Büyük Okyanusa, bir yandan da Maveraünnehir’e kadar uzatılmışsa, nasıl Abbasiler devrinde adeta dünyaya sulh ve sükûnun modeli, kalite medeniyetinin örneği verilmişse, nasıl Endülüs medeniyeti yeryüzünün bir eşini görmediği bir örneğin gerçekleşmesi olmuşsa, nasıl Selçukiler, o zarif su kadar berrak mimarilerinden de anlaşıldığı gibi aynı ruh ve duyarlığı sürdürmüş ve Haçlılar karşısında aşılmaz bir set oluşturacak maddi ve manevi bir atmosferin sahibi olmuşlarsa, nasıl Osmanlılar Dünyanın ortasında adeta Dünya devletini kurmuş ve altı yüz yıl şan ve şerefle yaşatmışlarsa, biz, bu çağın Müslümanları da, aynen onlar gibi, bir çıkış yolu bulmak zorundayız. Dirilişimizi başlatmak için bir an bile kaybetmemek, Dünyadaki Müslümanları bir Birlik etrafında toplamak borcundayız. Varolmak ya da yok olmak, bu borcun yerine getirilmesine bağlı…” (Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı-1, s.32)
Ülkemiz ve İslam dünyasının bugünü ve geleceği için hayati öneme sahip bu düşünceler umarım karşılık bulur ve Müslümanların hatta tüm insanlığın huzura kavuşmasına vesile olur.
Selam ve dua ile…