Bir toplumu diğerlerinden ayıran hususlardan biri gelenek ve görenekleridir. Nesilden nesle aktarılan geleneklerin oluşumunda din, dil, tarih ve coğrafi şartların önemli etkisi vardır. Misafirlik, misafire ikram, bayramlaşma ziyaretleri, mevlit okunması, kandil kutlamaları, taziye ziyaretleri gibi geleneklerin birlik beraberliğimiz açısından da önemi büyüktür. Son zamanlarda özellikle teknolojinin gelişmesiyle birlikte bu gelenekleri bizzat uygulamaktan çok, telefon veya mesaj yoluyla yerine getirme gittikçe artmaktadır. Kaybolmaya yüz tutan gelenek derken kastettiğimiz budur. Hiçbir zaman, bayramda, yakınlarımıza açtığımız telefon veya gönderdiğimiz mesaj, bizzat ziyaretteki sıcaklık ve samimiyetin yerini tutamaz. Bu yazıda Mevlit kandili ve mevlit okunması üzerinde duracağız. Geçtiğimiz günlerde Mevlit kandilini kutladık. Bu konuda, çeşitli iletişim araçlarında farklı yorumlar yapıldığını gördüm. Mesela, birisi yazmış ki: “Peygamberimizin dünyaya geliş tarihi 20 Nisan 571, yani ilkbaharda doğmuştur, şimdi sonbahardayız ne alakası var?” Elbette, mevcut takvime göre böyledir. Bir de oruç, hac, kurban gibi ibadetleri yaparken esas alınan ve Müslümanların asırlarca kullandığı Hicri takvim vardır. Geçtiğimiz günlerdeki Mevlit kandili, bu takvime göredir. Aslında, hangi takvim olursa olsun günler, her yıl değişmektedir. Örneğin, 2023 yılındaki 20 Nisan, Perşembe gününe denk gelmiş, 2024 yılındaki ise Cumartesi gününe denk geliyor. Burada asıl amaç Peygamberimizi anmak, ona salavât okumak ve örnek ahlakını gündeme getirmektir. Dolaysıyla Hicri takvime göre Mevlit kandili kutlamak yanlış bir şey değildir. Peygamberimizin hayatını şiirlerle anlatan eserlere mevlit denilmiş ve birçok mevlid yazılmıştır. Bunlardan en meşhuru Süleyman Çelebi’nin 1410 yılında yazdığı Vesiletün Necat (kurtuluş sebebi) adlı mevlididir. Latifî’nin ‘Tezkiret’ü-Şu’arâ’ adlı eserinde bu mevlidin yazılış hikâyesi geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Özetlersek: Süleyman Çelebi Bursa’daki Ulu camide imam olarak görev yapmaktadır. Bir vaiz, camide,konuşması sırasında “Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız…”(Bakara suresi, 285) ayetini okuyor ve hiçbir peygamberin diğerine göre üstünlüğü yoktur, Hz. Muhammed’i Hz. İsa’dan üstün göremem demesi üzerine o anda camide bulunan aslen Halepli olan bir kişi, vaize itiraz ediyor. Peygamberlerin peygamberlik görevi açısından birbirinden üstün olmadığını ancak mertebe ve fazilet yönünden birbirinden üstün olduğunu söylüyor. Delil olarak da “O peygamberlerden kimini kiminden üstün kıldık…” (Bakara suresi, 253) ayetini söylüyor. Aralarında uzunca bir tartışma oluyor. Camideki halkın çoğuda vaizden yana oluyor. Halepli kişi Mısır’a ve Halep’e giderek vaizin görüşünün yanlış olduğuna dair çeşitli fetvalar getiriyor. İşte bu tartışmalardan çok etkilenen Süleyman Çelebi bu mevlidi yazıyor. Peygamberimize olan sevgisini, etkili ve samimi olarak anlattığı için toplum tarafından bu mevlit iltifat görüyor, kandil gecelerinde, cenaze ve düğün merasimlerinde okunmaya başlıyor ve yıllarca okunarak gelenekleşiyor. Günümüzde de mevlit okunması, özellikle kandil gecelerinde televizyonlarda ve bazı başka ortamlarda devam ediyor. Ancak, cenaze, düğün, nişan gibi törenlerde eskiye göre ilginin azaldığını düşünüyorum. Elbette bunun birçok sebebi olabilir. Dilimizdeki hızlı ve sürekli değişim neticesinde mevlidin bazı sözleri yeni nesillerce yeterince anlaşılamıyor. Maalesef toplumumuzdaki en büyük yıkımlardan biri, dil alanında olmuştur. Günümüzden 40-50 sene önce yazılmış kitaplar bile dildeki bu değişimden dolayı anlaşılamıyor. Oysa bir İngiliz, Şekspir’in 1600 yılında yazdığı bir eseri rahatlıkla okuyup anlayabiliyor. Dilimize, değerlerimize ve geleneklerimize sahip çıkalım. Selam ve dua ile…
Nizamettin Yıldız