Berkay henüz beş altı yaşlarında, tatlı mı tatlı bir çocuktu. Herkesin maskotuydu adeta. Çok hareketliydi. Arı gibi mahalleyi dört dönerdi. Evden eve, hatta odadan odaya girmedik delik bırakmazdı gün boyunca. Bir gün gün sık gidip geldiği bir akrabasının evinde bir kutu kibriti kimseler görmeden cebine atıvermişti. Ateşle oynamak çok ilgisini çekiyordu. Yol boyunca birkaç kez küçük otları tutuşturduysa da, ateş büyümeden sönmüştü. Yoksa tüm mahallenin yanması işten bile değildi. Eve gelince mutfak tezgahının üzerinde yer alan ocağın yanındaki kibritleri görünce birden irkildi. Kibritlerin renk ve desenlerinin aynı olmadığını fark etmişti. Bir an içine bir korku düştü. Şimdi bu farklı kibrit kutusunu gören anne veya babası kibritin kendilerine ait olmadığını anlayacak ve bu değişik renk ve desenli kibritin nereden geldiğini muhakkak kendisine soracaklardı.

Berkay uzun uzun bu soruya ne cevap vereceğini düşündü. Fakat ikna edici bir cevap bulamadı. Bu durum kendisini endişeye sek etmişti. Yüzünün kızardığını, kalbinin hızlı hızlı attığını hissetmeye başladı. Ani bir kararla geriye döndü. Elinde patlamak üzere olan bir bomba vardı sanki. Ne olursa olsun kimseler görmeden yerine koymalıydı onu, ama nasıl? Ev o kadar kalabalıktı ki, kimse fark etmeden bu işi nasıl başaracaktı? Ya kibritin yokluğunu fark ettilerse! Kendisinden şüphelenirlerse ne yapardı! Eve gelen başka çocuk da yoktu. Yüzü iyice kızarıyordu galiba. Ateş gibi yanıyordu çünkü. Eli ayağı titriyordu hem de. Ne yapacağını bilemez haldeydi. Küçük Berkay, bu düşünce ve korkularla bir an önce oradan uzaklaşmak istedi. İstedi istemesine de nereye gidecekti. Bu korku değil miydi kendisini kendi evinden tekrar buraya getiren

Berkay, ne yapacağını bilemez haldeydi. En çok da anne babasına yakalanmaktan korkuyordu. Suç aleti cebindeydi çünkü. Her an patlayabilirdi. O kadar sıkı tutuyordu ki kibriti, bırakırsa yakayı ele verecek gibi hissediyordu. Kibriti yerine koymalıydı bir an önce, tek çaresi buydu. Ama nasıl başaracaktı. Neden almıştı, bu hataya nasıl düşmüştü? Sürekli kendine kızıyordu. Acaba bu kadar büyük bir korku daha önce yaşamış mıydı? Bir keresinde babasının sigarasını da götürmüştü bu şekilde. Çok da dayak yemişti o olaydan sonra. Yine de böyle bir korku yaşamamıştı. Ama bu seferki çok farklıydı. Çok daha kötü hisler vardı içinde bu sefer. Bir kere şimdi korkunun yanında büyük bir utanç da duymaktaydı. Muhtemelen bu işin sonunda yakalanırsa dayak yemeyecekti; ama bu utanç dayaktan çok daha fazla canını yakacaktı. Bundan böyle insanların yüzüne nasıl bakacaktı? Adı hırsıza çıkarsa, ne yapardı

Çocuk endişelerinde haklıydı. Çünkü anne ve babası elinde buluntu bir şey görse bile büyük bir şüpheyle karşılar. Çok ayrıntılı soruşturmadan yakasını bırakmazdı. Adeta çapraz sorguya alınırdı.

-Oğlum nereden aldın bunu?

-Buldum baba.

-Nerede buldun?

- Nasıl buldun?

- Niçin aldın?

- Neden getirip teslim etmedin? Sorular bitip tükenecek gibi değildi. Bulduğun şeyin bir sahibi var. Buluntu eşya senin değil ki. O da kaybedenin malıdır. Bu kimin diye araştırdın mı evladım. Sahibi şimdi yana döne bunu arıyordur şimdi. Kim bilir hangi sıkıntılar ve üzüntüler içindedir. Bir şey bulunca sahibine verme niyetiyle alınabilir, sahiplenme niyetiyle değil evladım diye öğüt verirdi.

O gün akşama kadar korku içinde ne yapacağını düşünen Berkay, nihayet bir fırsatını bulup kibriti yerine koyar. Berkay’a göre ailesinin bu tavizsiz tutum ve terbiyesi sayesinde hayatı hak ve hukuk mücadelesiyle geçti.

Yedi yaşına kadar çocuk karakterinin şekillendiği unutulmamalıdır. Eğitimin temeli de binası da, ailede inşa edilmektedir. Okul, ailede atılan sağlam temeller üzerinde binalar inşa edebilir. Ailede eğitimin temelleri sağlam atılamazsa, en ufak bir sarsıntıda binalar gibi, insanlık da yıkılıverir.