Dünyadaki her şeyin iki tane yüzü olduğunu söyler hocamız. Önü olanın arkası, üstü olanın altı, iyi olanın da kötü tarafı mutlaka oluyor.
Teknoloji de böyle.
Faydasını gördüğümüz kadar şüphesiz zararını da görüyoruz. Biraz da ölçüyü ve kullanım alanını tutturamamakla suç bizde aslında.
Son zamanlarda takıldığım bir nokta, bazı iyi niyetli insanların güzeli, doğruyu hatta İslâmî ideolojileri yayma uğruna okyanusa tüpsüz dalar gibi sosyal medyalara dalıp içerik üretmeleri, daha çok kişiyi de buna teşvik etmeleri. Çağrı şu:
"Gençler, çocuklar zaten hep buralarda. En azından küfürsüz olanları izlesinler. Biz ne kadar çoğalırsak o kadar iyi olur."
Üzgünüm ama bu düşünceye katılamıyorum. Bir kere siz ne kadar çoğalırsanız çoğalın 7 milyarlık dünya nüfusu içinde %23'lük bir oranla -isterseniz bu oranın tamamı nezih yayın yapıyor olsun- İslam'ı, internet üzerinden eğlenceli oyun videolarını küfürsüz çekip yayınlamakla ya da namaz, oruç, hafızlık temalı storyler yüklemekle yayamazsınız. Özlü sözlerle, ayet veya hadis-i şerif paylaşımlarıyla da bir yere varamazsınız. Çünkü kalan %77 bunların tam aksine yayın yapıyor. Sizi hususiyetle takibe alanların bile karşısına mutlaka tersi istikamete doğru kışkırtan pek çok görüntü çıkıyor. Pis bir havuzun içine temiz kıyafetle girip kirlenmeden çıkmayı ummak ve suyun içindeki mağdurlara da temiz kıyafet dağıtma gafletinde bulunmakla aynı şey bu. Diğer yandan bir adet içerik hazırlamak için saatlerini vermek var. Değer mi? Bence hayır.
Bir gencin eğlenceli videolar izlemeye gün içerisinde ayırabileceği makul süre hadi 1 saat olsun. Bunu üçe, dörde çıkarmak sizin elinizle gerçekleşmiş oluyor. Saatlerce uğraşıp ortaya koyduğunuz videolar da x2 hızında çiğnenip atılıyor. Buna iş de diyemezsiniz. Uğruna çabaladığınız davanın tayyiplerden saymadığı bir kazanç yolu bu. "Geliriyle ilgilenmiyorum, amacım hizmet." deseniz de hezimete uğradığınız gerçeği değişmez. Eğlence sektörünü zaten hizmetten sayamayız da ayet, hadis paylaşımları ise o kadar seri yapılıyor ki daha birini sindirmeden diğeriyle karşılaşıyoruz. Okuduklarımız gözümüzden gönlümüze inmiyor. Kıyamet alameti değil miydi bu? İlim o kadar çoğalacak ki fazlalığı onu yaşamaya engel olacak deniyordu. Öğrendiği bir bilgiyle amel etmeden diğerine geçenin durumu kitap yüklü merkeplere benzetilmemiş miydi?
Durumlarda, hikayelerde, gönderilerde okuduğum hiçbir nasihatli söz hatırımda değil. Bunlarla iştigal etmemin de bir getirisi olmadı. Bilakis daha fazla ekrana maruz kaldım. Gerçek hayattan kopardı, oyaladı, daha esnek, daha reformist, daha yüzeysel hale getirdi beni. Götürüsü fazla oldu anlayacağınız. Şuna da bakayım, buna da bakayım diye diye vazifelerinden arta kalan zamanlarının tamamını tefekkürden ve zikirden uzak olarak elinde telefonla geçirmeyen azdır sanırım. İstisnaları tenzih ederim fakat çoğumuz başta söylediğim gibi tüpsüz, korumasız, bilinçsiz ve kontrolsüz olarak bu okyanusun içine dalmışız ve geç olmadan nasıl bir tehlikede boğulmakta olduğumuzu anlamayı umuyorum.
Hatice Doğan