(KÖŞE YAZISI-ÇAĞLAR TUNCER)
2025 yılı için asgari ücretin 22.104 TL olarak açıklanması, ekonomik sistemin adeta halkla alay ettiği bir dönemeç oldu. Yetkililer bunu tarihi bir artış olarak duyururken, sokaktaki insan için bu rakam sadece daha fazla açlık, daha fazla borç ve daha az umut anlamına geliyor. Türkiye’nin ekonomik gerçeğiyle, karar alıcıların pembe tabloları arasındaki uçurum her geçen gün daha da büyüyor.
Bugün dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 30.000 TL’yi, yoksulluk sınırı ise 100.000 TL’yi geçmiş durumda. Hal böyleyken, 22.104 TL ile bir aile ne yapabilir? Elektrik, su, doğalgaz ve kira gibi temel giderler bir maaşı zaten tüketiyor. Üstüne bir de market alışverişi eklenince, bu maaşla bir ayı tamamlamak imkânsız hale geliyor. Patatesin, soğanın gramla alındığı, peynirin lüks tüketime dönüştüğü bir ekonomide bu maaş neyi ifade edebilir?
Bir zamanlar sofraların vazgeçilmezi olan temel gıdalar, bugün lüks olarak görülüyor. Et, süt, yumurta gibi ürünler neredeyse sadece fiyat etiketlerinde görülüyor. Halkın büyük bir kısmı borç içinde yaşıyor; kredi kartı ekstreleri bir sonraki maaşa kadar ertelenen umutlara dönüşmüş durumda. Bu düzen, vatandaşına yaşamak değil, hayatta kalmayı bir başarı olarak sunuyor.
Ekonomik kriz derinleştikçe, hükümet kayıt dışı ekonomiye savaş açtığını duyurdu. 1 Ocak 2025 itibarıyla bankalarda para yatırma ve çekme işlemleri için "belge zorunluluğu" başlatılıyor. Paranın kaynağı döviz fişi, altın faturası ya da satış belgesi gibi evraklarla kanıtlanacak. Halkın, cebindeki üç kuruşun bile hesabını vermesi isteniyor.
Bu düzenleme, milyon dolarlık yolsuzlukları ve kara para aklamalarını göz ardı eden bir sistemin, halkın bozuk paralarını denetlemek için harcadığı çabanın göstergesi. Yolsuzlukların, lüks harcamaların gölgesinde, 500 TL’lik bir paranın bile nereden geldiğini açıklamak zorunda bırakılan bir halk yaratıldı. Bu uygulama, ekonomik adaletin değil, çaresizliğin fotoğrafıdır.
Yeni asgari ücret, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir krizin de habercisi. Bugün birçok aile, temel ihtiyaçlarını karşılayamamanın verdiği stresle sarsılıyor. Çocuklarına istediği kıyafeti ya da bir oyuncak alamayan bir ebeveynin hissettiği yetersizlik duygusu, aile bağlarını da zedeliyor. Borç yüzünden her gün kavga eden, geçim sıkıntısıyla tükenen ilişkiler, bu ekonomik düzenin sosyal faturasıdır.
Tüm bu tabloya rağmen, halka umut satılıyor. "Her şey daha iyi olacak" denilen sözler, her maaş artışıyla daha da değer kaybediyor. İnsanlar, geleceğe dair en küçük bir umut taşımadan yaşam mücadelesi veriyor. Asgari ücretin artırılması bir çözüm değil; çünkü sorun, maaşın değil, sistemin adil olmamasında yatıyor.
Türkiye’nin ekonomik düzeni, halkına artık yaşamayı değil, hayatta kalmayı dayatıyor. Ancak unutulmaması gereken bir gerçek var: İnsan sadece açlıktan değil, umutsuzluktan da ölür. Ve bugün bu ülkede umudun da fiyatı artıyor. Yarınlarını düşünen bir halk, bu fiyatı ödemeye daha ne kadar dayanabilir?
Ekonomi yalnızca rakamlarla değil, insana sağladığı refahla ölçülür. Ve bu refah, bugün Türkiye’nin büyük çoğunluğu için bir masaldan ibaret. Şimdi sormak gerekiyor: Halkı bu masallara inandırmaya çalışırken, kimin vicdanı gerçekten rahat?
Açlık Sınırında Refah Masalında Hayatta Kalmak
Çağlar TUNCER
Yorumlar