KÜLTÜR - SANAT- TURİZM

Niğde… Güzel Atlar Ülkesi Kapadokya’nın giriş kapısı

Abone Ol

Medeniyetlerin yaşatıldığı kadim şehir… Osmanlı İmparatorluğu’nun, Selçuklu Hükümdarlığı’nın en güzel yapıtlarıyla süslü; ağırbaşlı, mağrur, özellikle son yıllarda bütün dünyada sanatla adını duyurmuş sanatın başkenti…

Binlerce yıllık tarihi, içinde, ruhunda barındıran; bir ana şefkatiyle koruyup kollayan vefalı şehir…
Ama bir de bu kadim şehrin bilinmeyenleri var… Hep gizemini korumuş, sırlarını aşikâr etmemiş; sessizce tatlı bir uykuya dalıp, güzel rüyalar içinde yaşayıp gelen sırlar…

Bu saklı sırlardan biriyle sizleri buluşturmak, düşündürmek adına bu yazıyı kaleme aldım…
Yedi Uyurlar olarak da bilinen Ashab-ı Kehf olayı, her bakımdan tartışmalara konu olmuştur.
Yeryüzünde çok geniş bir coğrafyada konuşulmaktadır. Muhtemelen ikinci asırdan günümüze kadar kıssalara, menkıbelere, efsanelere konu olmuştur. Herkesin bakış açısına, dini inanışlarına, tarihi bilgilerine ve coğrafi konumlarına göre ilgi odağı olmuştur. Ashab-ı Kehf olayına, gerçeklikten kopuk bir efsane olarak değil; hayatta gerçekleşmiş ve yaşanmış bir olayın kıssası olarak bakmak gerekir.

Ashab-ı Kehf olayı, dünyanın pek çok yerinde ilgi odağı olarak sahiplenilmiştir. Herkes, zamanına ve mekânına bağlı olarak bu olayın kendi bildikleri coğrafyada yaşandığını iddia etmektedir.
Mersin/Tarsus’tan Maraş/Elbistan’a kadar, Malatya, Sivas, Diyarbakır, İzmir gibi çeşitli illerde olduğu gibi; Türkiye’den İspanya ve Afganistan’a kadar, Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Yemen, Suriye, Irak, İran, Çin, Endonezya gibi çeşitli ülkelerde de bu olayın yaşandığı bilinmektedir.

Bu kadar seçenek ve ihtimalin bulunduğu bir ortamda, gerçek Ashab-ı Kehf’in nerede olduğunu kesin bilgilerle kanıtlamak oldukça zordur.
Araştırmalar sonucunda elde edilen bulgular, belgeler ve bilgiler; bu konuya ilgi duyan herkese yardımcı olabilecektir.

Yaygın bilinenlerin dışında, Niğde’de Gümüşler Manastırı olarak bilinen ve şu anda ziyarete açık olan mağaraların, gerçek Ashab-ı Kehf mağarası olduğu konuşulmaktadır.
Niğde’de halk arasında yaygın olarak konuşulan kıssa şöyledir:

Tyanalı Apollon’un Hz. İsa olduğu, annesi Meryem’in kucağında Kudüs’te başlayan yolculuğun; Antakya ve Tarsus üzerinden Niğde’nin Kemerhisar (Tyana) şehrine kadar gelip burada kaldıkları da konuşulmaktadır.

Hz. Meryem, Niğde’de 114 yaşına kadar yaşadıktan sonra burada vefat etmiştir. Sonraki asırlarda onun adına, Hüdavend Hatun Türbesi olarak bilinen bir kümbet inşa edilmiştir. Ayrıca çok sonraki asırlarda kullanılan, Niğde şehir merkezindeki Meryem Ana Kilisesi, Hz. Meryem adına yapılmıştır.

İsa ve Meryem’in inananları, yüzyıllarca burada yaşamışlardır. Tarsus’ta Dakyanus ile tartışmaya girerek o zamanki yönetimle ters düşen bir grup genç; üzerilerindeki baskı ve tehditler çok artınca, terk-i diyar ederek o zaman Çukurova’nın (Tarsus’un) yaylası olan Niğde’ye sığınmış ve buradaki mağarada güvenli bir şekilde korunma aramışlardır.
309 yıl uyuyup kalan bu gençler, bir gün uyandıklarında, o zamanki halk bunların üç asır önceki döneme ait gençler olduğunu fark etmiştir.

Bu durum anlaşılıp gerçek ortaya çıkınca, konu Roma devlet merkezi olan Kostantiniye’ye (İstanbul’a) haber verilmiştir.
Onlar da acilen bu mağaranın ibadet merkezi olarak kullanılmasını istemiştir.
Buna ek olarak, hemen orada büyük bir mescit (ibadet yeri) inşa edilmesine başlanmış ve kervan yolu üzerinde ibadete açılmıştır.
Bugün Aktaş mevkiinde olan Andaval Kilisesi, bu mescittir.

Niğde Alaaddin Camii’nin doğuya bakan kapısının üzerindeki kadın resmi, Hz. Meryem’in resmidir.
Bu gölge resim, güneş doğduktan hemen sonra kapı üzerinde gölgelerden oluşmaktadır.

Halk arasında konuşulan konulardan birisi de, Niğde isminin Hz. Meryem’den dolayı, İstanbul’a gidip gelirken Arap ticaret kervanları tarafından konulduğudur.
"Nekide", "Nikide" kelimesi Arapça bir kelimedir.
Toprak için “kurak ve çorak arazi” anlamına gelirken; insan için “horlanan, dışlanan, itilip kakılan kadın” anlamına da gelir. Bu nedenle dişil bir kelimedir.

Bu konuların, halk arasında yaygın olsa bile, bilimsel bulgu, belge ve bilgilere dayalı olması gerekir diye düşündüğünüzü hisseder gibiyim.
Ama hemen hatırlatmak isterim ki; İzmir Selçuk’ta bulunan ve her yıl binlerce Hristiyan tarafından ziyaret edilen, Meryem Ana’ya ait olduğu iddia edilen türbenin (mezarın) tek belge ve dayanağı, Rahibe Teresa’nın gördüğü bir rüyaya dayanmaktadır.
Yani, ortada sağlam bir bilimsel bulgu ya da belge yoktur…

(Safa BÜTE)

{ "vars" : { "gtag_id": "G-815M9GDBNG", "config" : { "G-815M9GDBNG": { "groups": "default" } } } }