Bulduğum her fırsatta söyledim bunu.
Kitaplarımda yazdım. Makalelerimde, sosyal medyada yani bulduğum her fırsatta. Bir hikâyesi olmalı şehrin.
Kuru kuruya taşı kayayı seyretmeye gelmez insan. Gelirse de bir yere kadar. Doğa güzelliği yanında onu çeken başka şeyler de olmalı. Kapadokya sözcüğünün altını dolduran şey “güzel atlar ülkesi” olmasıdır. Perilerin dans ettiği kayalar derseniz, bir taş kütlesinin kaba şeklinden uzaklaştırıp, sihirli bir alana dönüştürürsünüz coğrafyayı.
Taç Mahal’e, Sistin Kilisesine, Eyfel Kulesine, Çin Seddine; bir yapı, bir bina olarak bakarsanız sadece malzeme görüsünüz. Onları cezbeden öyküleridir.
Kapadokya’yı gizemli hale getiren bilmem ne kilisesi, şapkası olan peribacaları, şu kadar kat yeraltı şehri değildir. Doğrudur, yanlıştır, uydurmadır veya siz katılırsınız katılmazsınız bilmem ama bence Erich Won Daniken’in yer altı şehirlerimizin gizemini konu ettiği “Dünyamızın Gizli Sahipleri kitabı” ülke fuarlarında dağıtılan Kapadokya’nın kabak çekirdeğinden daha fazla etkisi olmuştur.
Nereyi tanıtmak istiyorsanız oranın hikâyesini ön plana çıkarın ve bakın bakalım ilgi nasıl oluyor? Bunu bir türlü oturtamadık.
Hangi amaçla olursa olsun bir yere gezmeye gittiğimde oranın tarihi zenginliklerini fırsatım varsa mutlaka görmek isterim. Bu kez tamamen özel bir sebeple gittiğim Şanlıurfa’da kısıtlı bir zaman diliminde de olsa Mardin- Midyat güzelliğini görmek istedim.
Görülmesi gereken yüzlerce yerlerin başında Nusaybin-Midyat yolu üzerindeki Beyazsu mevki, Kafro köyü, Midyat konakları, Deyrul Zafaran Manastırı, Kasımiye Medresesi önerildi.
Hepsi ile ilgili onlarca sayfa yazmam gerekir ama içlerinden bir tanesini özellikle anlatmak istiyorum. KAFRO KÖYÜ.
Niye bu köy derseniz az önce yukarıda bahsettiğim özellikten dolayı. Hepi topu 8-10 evden- villadan- oluşan. Hepi topu 30-40 kişinin yaşadığı bir Süryani köyü ama bölgeye gelen hemen herkesin mutlaka görmek istediği ve Doğu Anadolu’da yenecek onlarca mis gibi yerel yemek dururken neden bu köye gelip İtalya’nın Pizza’sını yemek için kuyruğa girdiğini öğrenmek için doğru dürüst yolu bile olmayan bu köye gidiliyordu acaba?
İnsanları çeken oranın hikâyesiydi elbette.
Kafro köyü sakinlerinin tamamı Süryani. –anlatılana göre- 1970’li yıllarda, o bölgedeki pek çok köy PKK baskısı nedeniyle tamamına yakını Avrupa’nın çeşitli yerlerine göç ediyor. Fakat yıllar sonra bir kısmı kazandığı paralar ve edindiği tecrübelerle doğduğu memlekete geri dönmek istiyor. Eski ve metruk evleri yıkıp yerine muhteşem villalar yaptırıyorlar. Bir de Avrupa’da öğrendikleri Pizza’yı sergileyecekleri bir lokanta. Lokantada hafta içinde yer bulmak nerdeyse olanaksız. Bu yoğunluğa rağmen Cumartesi ve Pazar çalışmıyorlar. Minik bir kiliseleri var. Araç park edecek bir alan dahi yok. Yol yok, ikinci bir dükkân yok, su alacağınız bakkal dahi yok.
Bu insanların geri dönmeleri için aslında bir sebep bile yok. Resmen dağın başı, kurak toprak ve verimsiz arazi. Ama bir şey var ki doğdukları topraklara duydukları özlem, tarihlerine duydukları saygı ve hepsinin anlatacakları birbirinden ilginç hikâyeler.
Benim daha fazla bilgi edinemememin sebebi haftanın onca günü varken Cumartesi gitmiş olmam. Bu nedenle lokanta ve kilise açık değildi, insanların neredeyse tamamı köy dışındaydı.
Bölgeye gelen herkes bir zamanlar kendi hallerinde gariban köylüler olarak yaşamaya çalışan insanların çocuklarının, yıllar sonra yeniden ata topraklarına dönüşlerinin ilginç hikâyelerini dinlemek için haritada yerini dahi bulamayacağınız bu köye geliyorlar.
Kafro, diğere adıyla Elbeyedi köyüne yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Hatta yolunuzun düşmesini beklemeyin bizzat düşürün derim.